Quantcast
Channel: Benden ve Bizden
Viewing all 284 articles
Browse latest View live

İkinci Gebelik - 29. Hafta

$
0
0
Hafta Hafta Bebeğin Gelişimi

29. hafta itibariyle son 3 aya girmiş bulunmaktayım, hayırlı uğurlu olsun :)
Göbeğim son iki haftada epey çıktı, kız bebeklerde karın yayvan olurmuş diyenleri haksız çıkarırcasına sivri bir karnım var.
Geçen hafta karnımın büyümesinden olsa gerek, epey gerginlik hissettim göbeğimde.
Beden büyümeye çalışıyor, bebek kendine yer açıyor ama eldeki malzeme kısıtlı tabi :)
Hal böyle olunca oluşan gerginlik hissi beni epey rahatsız etti.
Hatta "Stres mi oldum, ne oluyor, ne bu gerginlik?" diye düşündüm!
Derin nefesler alıp verdim, her gün göbeğime krem sürdüm.
Ve bu hafta bu his yok oldu.
Bedenim yeni durumuna uyum sağladı :)

Bebek 1300 gram civarında. Göz kapaklarını hareket ettiriyor. Beyin gelişimi hız kazanmaya başladı.
Gayet de hareketli :)

Krem demişken, ilk gebeliğimde çatlaklara karşı her gün aktardan aldığım sabun gibi kalıp halindeki kakao yağını sürmüştüm.
Elimde hala onlardan var.
Bu defa Aisha Aromaterapi'nin zencefilli vücut kremini kullandım. Bu kremi alalı epey zaman olmuştu, bir ara kullanıp sonrasında kullanmayı bırakmıştım.
Yazın güneş kremlerini düzenlerken kremi tekrar gördüm. İçeriğinde kakao yağı ve shea butter olduğunu okuyunca çatlak kremi olarak kullanılmasının uygun olacağına karar verdim ve o gün bugündür kullanıyorum.
Her gün kullanmasam da gün aşırı göbeğime bu kremi sürüyorum.
Zencefilli kokusu ferahlatıcı, ayrıca çok da güzel nemlendirip esnetiyor cildi.
Tavsiye edeceğim ama ne yazık ki ürün listesinde aynı kremi göremedim. Ama eminim sitede benzer ürünler vardır.
Bu krem biter bitmez Sevgili Esra'nın kendi üretimi olan shea butter kremini kullanmaya başlayacağım.
Çatlaklar için, daha doğrusu esneklik için shea butter ve kakao yağı yeterli. Vücudunuza başka kimyasalları bulaştırmanıza hiç gerek yok.

Hamileliğimin başından beri çok az kilo aldım. İlk 6 ay 3 kilo, son ay içinde 3 kilo :)) Toplam 6 kilo.

Glutensiz beslenmek, süt tüketmemek, yemediğim diğer yiyecekler de eklenince kendiliğinden diyet yapıyormuş gibi bir görüntü veriyorum. Oysa gebelik öncesi ne yiyorsam aynısını yiyorum, hatta ara sıra kaçamaklar yapıyorum. Başta dondurma ve kahve olmak üzere (hele son günlerde dibek kahvesini keşfettim ki sormayın!) arada yemesem daha iyi olur dediğim şeyleri yiyip içerken buluyorum kendimi. Vücudum sağolsun hemen tepkisini veriyor zaten.

Misal, dün işyerinde yurt dışından gelen arkadaşlar adet olduğu üzere çikolata dağıttılar. Ben de biraz fazla kaçırmışım. Yedikten yarım saat sonra midemden sinyaller geldi. Akşam sol kulağım tıkandı, resmen duymamaya başladım. İki elimdebaş ve işaret parmağı arasındaki bölgede egzama türü kızarıklıklar ve minik sivilceler çıktı. Sonra sırtımın üstü kaşınmaya başladı ve tabi ki saç diplerim. Vücut, kendine yararı olmayan maddeyi böylece bana haber verip beni uyarmış oldu. Akşam yoğurt ve sebze yiyip bol su içerek vücuduma yardımcı olmaya çalıştım.
Bu konuyla ilgili detaylı bir yazı yazsam iyi olacak...

Son iki haftadır iştahım çok açıldı. Çantamda devamlı atıştırmalık ve su taşıyorum.
Çanta ağır olmasın diye naylon ve deri karşımı çok hafif bir çanta taşımaya başladım :) Her ekstra gramın ağırlığı var tabi :))
Hamilelik öncesi kıyafetlerime hala girebiliyorum, zaten bol giyinmeyi sevdiğim için sanki o kıyafetleri hamilelik için almışım gibi oldu :)

Balık yağı, multivitamin, iyot ve kalsiyum ile probiyotik takviyesi alıyorum.Tiroit ilacım için kontrole gideceğim bugün, belki dozaj değişir, bakalım.

Yine geçen hafta sol bacağımın alt kısmında kramplar yaşadım birkaç gün. Suyu ve muzu artırdım ama 4-5 gün geceleri kramptan kurtulamadım. Kasılmalar olması çok normal, kasılma başlayınca derin derin nefes almak gerekiyor. Nefesi tutmak yapılacak en kötü şey.

Onun dışında son 3 aya girip de doğumun yaklaşıyor olduğunu idrak edince kütüphanedeki doğum ile ilgili kitapları gözümün önüne koydum.

Önce Cem Şen'in "Nefes Kitabı" nı tekrar okudum, genel olarak bilgilerimi tazeledim.
Sonra da Marie Mongan'ın "Hypnobirthing" kitabını tekrar okumaya başladım. Kitabın Türkçe'ye çevrilmesi çok güzel, Bambinoya hamileyken yoktu piyasada. O zamanlar doğum koçları da yoktu (Hakan Çoker'i bulabilmiştim bir tek), doula ve ebeler de bu kadar yaygın değildi (Asude Oflaz kalmış bir tek aklımda) ve hatta doğal doğum çok da konuşulmuyordu. İngiltere'den geldiğimde kendimi uzaylı gibi hissetmiştim. Hey gidi günler hey!

Kadın vücudunun doğum için tasarlandığını, müdahalesiz doğumun mümkün olabileceğini, korkuların ve bilinçaltındaki yanlış kodlamaların bazı tekniklerle silinebileceğini bu kitaptan okuyabilirsiniz.
Benim tekrar okuma sebebim doğum sırasındaki nefes tekniklerini hatırlamak. Henüz o bölüme gelmedim, okuyup biraz pratik yaparsam iyi olacak.

Bambino ile bir-iki haftadır farklı bir ilişkimiz olmaya başladı sanki. Bizim oğlan ay dönümlerinde değil de, 15 gün sonra belli ediyor büyüme alametlerini. Yani mesela 4 Ekim'de bir ay daha büyüyor ama o ay hangi konuda değişim yaşıyorsa ayın 19'undan sonra ortaya çıkıyor :)) Bu hep böyle oldu, benim gözlemim o yönde en azından.

22 Kasım'da Bambino'yu kardeşi ile resmen tanıştırdık :)
Bambino'nun doğumunda yanımızda olan Hüsniye Hanım Bambino'yu görünce çok sevindi. Bambino'da hiç yabancılık çekmedi onun yanında, her gün görüşüyorlarmış gibi sohbet ettiler :)
Kojoyla benim için de çok değişik bir deneyimdi Bambino ile Hüsniye Hanım'ın görüşmesi.. "Doğan büyüyor" dedik bir kez daha..
Bambino ultrasonda bebeği görene kadar karnımda bir bebek olduğunu söylemedik.
"Annenin karnı çok yemek yediğinden mi büyüdü acaba, yoksa içinde bir bebek mi var, doktora soralım" diyerek gittik doktora.
Ultrasonda karnımın içinde bir bebek görünce çok sevindi Bambino:
"Anne, karnında gerçekten bir bebek varmış!" :) dedi önce.
Sonra da:
"Anne, iyi ki bebek varmış karnında, yoksa ne yapacaktın?" :)
Meğer endişeleniyormuş da söylemiyormuş kuzucuk.

Kardeşi Bambinoya her şey yolunda anlamında elini yumruk yapıp baş parmağını havaya kaldırınca hepimiz çok sevindik :)
Bambino doktora "Kız mı erkek mi, görebiliyor musun?" diye sorunca koptuk :))
Kalp atışlarını dinlerken Bambino "Çok gürültülü" diyerek kulaklarını kapatınca gülümsedik.
Bebeğin baş ve ayak ölçümüne göre tam haftasında olmasına ama karın çevresi ölçümünde bir-iki hafta geriden geliyor olmasına "E bizden de besili bebek çıkmaz zaten" diyerek geyik yaptık :)
Anlayacağınız, bu seferki buluşmamız çok eğlenceli geçti :)

Bambino artık her olaya kardeşini de dahil ediyor.
Resim çizerken kardeşini de çiziyor, oyunda onun da olmasına özen gösteriyor.
Bu hareketler umut vaad ediyor tabi ama çok da beklentiye girmemek lazım.
Sonuçta kendisi birkaç ay sonra evin tek ilgi merkezi olmayacak.
Yaşayıp göreceğiz bakalım..

Resim buradan

Burcum Akrep, Yükselenim Yay

$
0
0


Geçen haftasonu kutladım yeni yaşımı, Kasım'ın 15'inde.
Evet, ben bir Akrep kadınıyım :)
Ama çok ilginçtir ki akrepin kinci, intikamcı, ne bileyim şehvet dolu tarafı bende yoktur.
Diğer taraftan; inatçılık, tuttuğunu kopartma, azim, detaycılık, gizem, mistisizm, sır tutma, sadakat gibi özelliklere itirazım yok :))

Yükselen burcum ise Yay.
Kendimi Yay burcunun genel özelliklerine hep daha yakın hissetmişimdir.
Özellikle kendimi tanımaya başladığım 20'li yaşların ortasından itibaren ön plana çıkan özgürlükçü ve gezgin ruhum, hayat amacını sorgulayan tarafım hep yay burcuna yakın olmuştur.

Dolly'nin blogunda bir yazı okudum,astrolog Naz Bayatlı tarafından hap gibi yazılmış. Bu özellikler beni anlatıyor sanki. Paylaşmak istedim.


Yay Burcunun 10 Temel Özelliği..
Buyrun :)
"
1. Yay özgürlük, gezginlik ve keşif ruhu demektir. olimposun patronu jüpiter’in burcu olduğu için şanslı, kısmetli ve yaşamayı seven kişiler olurlar. İyimser, hep bir gelecek hedefi olan, trend yaratan, entelektüel, farklı kültür ve yaşam tarzlarına meraklı , toleranslı, neşeli, eğlenceli, hayatını kendi yaşam felsefesine göre yaşayan, enerjik, cömert, affedici, çok kafaya takmaz, bir konunun üzerinde uzun süre duramaz, samimi ve dürüst insanlardır. 
 
2. Bir yay’ın dikkatini çekmek için öncelikle entelektüel bakımdan zihnini meşgul edecek konular, bir seyahat, sırt çantalı bir kamp, vadide bir trekkıng, bir arkadaş toplantısı, bir kültürel etkinlik, kitap fuarı, motor fuarı, bir parti veya arkadaşlarla bir eğlence planı yapılıyor olmalıdır. Bilgi, kültür bakımından içi boş veya onun ilgi alanını tatmin etmeyen konulardan, sürekli günlük hayatın sıradan meselelerinden, bitmez tükenmez sıkıntı ve problemlerinden konuşan kişilerle çok mutlu olamaz, olsa da bir süre dayanır sonra sıkılır kaçarlar. 
 
3. Yay insanı içten içe masallardaki kadar mutlu olacağı bir ülke bulup oraya yerleşeceğine, bir yerlerde hayatının aşkını bulacağı bir bir kent olduğuna inanır ve umutla gezer. Her yeni ülke bir deneyimdir. 
 
4. Yaşadığını hissetmek hareket etmekle eş anlamlıdır. durağanlıktan haz etmez. Hayatını dolu dolu yaşamayı düşler, hikayelerde okuduğu kahramanları örnek aldığı, risklerin şikayetsiz üstlendildiği, bir şövalye cesareti ile yola çıkıp , onurlu, şerefli, insan olabilmek kaygısıyla yaşanan bir macera. 
 
5. Yay’ın elinden özgürlüğünü alır veya özgür ruhunu ve zihnini kalıplara sokup baskı altına almaya kalkarsanız neşesi söner ve huzursuz, sabırsız ve huysuz biri olabilir. 
 
6. Simgesinde okunu gökyüzüne çevirmiş bir santorun yer aldığı yay burcundan kişiler insan zihninin ve yüksek aklın sınırlarını zorlamayı severler. İnsanı insan yapan şeyin ruh gücü, akıl gücü, inanç, akademik bilgi , kültür ve ahlak olduğunu bilirler. Zihinsel olarak ona bambaşka bir dünyanın kapılarını açacak bir öğreti, bir guru veya bir kitap aramak, evrensel gerçekliği anlamaya uğraşmak, yaşamın anlamını sorgulamak tipik bir yay eğilimidir. Bunu aramaktan asla vazgeçmezler. 
 
7. Yay iyimserliği ile çevresine çoğu zaman pozitif enerji yayar. Ondandır yay başkalarının hatalarına , ufak tefek kırgınlıklara, günlük anlaşmazlıklara çok takılmaz , hep daha iyi, daha güzel yarınların geleceğine inancı tamdır ve kendi yolculuğunda, kendi hedeflerine varmak için ilerlemekten vazgeçmeyecektir. 
 
8. Yay erkekleri çapkın, eğlenceli, muzip, esprili, her partinin neşesi olurlar. Sımsıcak gülüşleri ve neşeyle parlayan gözleri ile içinizi ısıtırlar. Harika fıkra ve hikayeler anlatırlar, her konudan konuşabilecek bilgileri vardır. canı sıkıldığında bir bakmışsınız ortadan kaybolmuş, muhtemelen başka bir mekanı fethetmeye gitmiştir. yay kadınları ise kolay ele geçirilmez, aklına yatmayan hiç bir erkeğe kendini teslim etmeyecek bir amazondur. ona çıtkırıldım kızlara yapacağınız kur taktikleri ile yaklaşmayın sonuç alamazsınız. Gezdiğiniz ülkeleri anlatın ona, içtiğiniz şarapları, tanıştığınız çingenelerden bahsedin, bir dağın eteğinde kurduğunuz kamptan, sonra kumsalda bir ateş yakın ve birlikte etrafında sohbet edin. aşk bir deneyimdir yaylar için , yaşanmayan bir aşka inanmazlar. 
 
9. Sakarlıkları meşhurdur. patavatsızlıkları hele.., porselen dükkanında bir fil gibi devirdikleri çamlara bakıp sonra kahkaha atabilirler. Kırdıkları potları telafi ederken “ ya valla öyle demek istemedim, sen yanlış anladın” deyip durumu düzeltmek için şirinlikler yaparlar. işin fenası kızamazsınız da. 
 
10.İdealist, bir yaşam felsefesi olan ve hep arayan, gerektiğinde yüzünüze gerçekleri söyleyebilecek, dürüst bir dost ve insanlık onurunu taşımanın ne olduğunu bilen insancıl niteliklerde bir yay hayatınıza anlam ve neşe katar. Tek mesele bir sonraki hedefe gideceği zamana kadar yanınızda ne kadar kalabileceğidir. "

Haksızlık olmasın, bu da yine Naz Bayatlı tarafından hazırlanan  
Akrep Burcunun 10 Temel Özelliği..

Okuyun, farkı görün :))

"1. Zodyağın bu tutkulu, çekici, büyüleyici bakışlı, ateşli, güçlü, etkileyici, sağlam kalpli, yenilmez, iradesi güçlü, panter çevikliğinde, kedi kıvraklığında baştan çıkarıcı burcundan kişileri görmemezlikten gelemezsiniz.

2. Arzuladıklarının peşinden koşarlar, kendilerine güvenirler ve arzunun objesini elde etmek için çok şey yapabilirler.


3. Bir Akrep’in sinirini bozmayın, midesini yalanla dolanla bulandırmayın. Benden söylemesi “İntikam soğuk yenen bir yemektir” sözü belli ki bir Akrep’ten dersini almış biri tarafından söylenmiştir.


4. Canı istediği zaman kadife dilli olup sizi baştan çıkaracak , canı istediği zaman da canınızı acıtan sözler söyleyebilirler. Sizden hep gerçeği duymak isteyeceklerdir. Acı olsa bile gerçeği duymaktan korkmazlar. Aldatmaktansa erkek ol doğruyu söyle canımı ye felsefesindedirler. 


5. Arkadan kuyu kazanları, yanar döner fırıldakları, yüze gülüp arkadan konuşanları tarama ve tespit radarları vardır. Dedektiflikte üstlerine yoktur. Şifrelerinizi çözer, iz sürer ve çok kafaya takarlarsa hayatınızı hack edebilirler. Hepsinin içinde mini bir müfettiş gadget modeli saklıdır.


6. Hem kadınları, hem erkekleri, sevdiğini korur, kollar ve her şeyin üzerinde sahiplenir, ama kıskançtır. Aldatıldığını öğrenirse affetmez ve size yapabilecekleri sadece hayal gücüyle sınırlıdır. 


7. Akrepler canını yakmanıza belki bir kere izin verirler ama sonrasında onu kullanmanıza asla izin vermeyeceklerdir.


8. İronik olarak gerçeği öğrenmeye azmetmiş, saklanan sırları bir casus becerisi ile ortaya çıkarmakta mahir Akrepler, kendileri öldür Allah ne kendi , ne başkalarının sırlarını ele vermezler. Sırları mezara kadar taşıyabilirler. O nedenle tarihteki en ünlü casus ve dedektifler Akreplerden çıkmıştır.


9. Derin duyguların, psikoloji, psikoanaliz ve mistik gizemlerin, metafizik ve okült konuların meraklıları olurlar. Korku filmleri ve gerilim tarzı filmleri severler, herkesin korktuğundan ve tırstığından onların kılları kıpırdamaz.


10. Akrep burcundan kişiler baharatlı ve ıtırlı tatları, seksi oryantal kokuları, kırmızı, siyah, bordo gibi güçlü ve derinliği olan renkleri, geceyi, deri giysileri, ince topuklu siyah ayakkabıları, çekici gözlerini ortaya çıkaracak göz makyajını ve dolgun dudaklarını daha da cazip kılacak koyu kırmızı rujunu eksik etmezler. Hayatınıza tutku, gizem, çılgın bir takip ve anılar yaratacağınız bir aşk katmak istiyorsanız Akrep burcundan kişiler tam aradığınız kişiler olacaktır."


Fotolar buradan, buradan ve buradan 

Bambino 50 Aylık

$
0
0
Bambino 50 aylık oldu, inanamıyorum a dostlar!
Zaman nasıl geçiyor, hayret ediyorum.
Bu defa son ayda yaptıklarını yazmayacağım.
Sadece Bambinoya olan sevgimi dile getirmek istiyorum.
Onsuz hayat nasılmış hatırlamıyorum, hatırlamak istemiyorum.
Evin neşesi, hayatımızın rengi, gökkuşağı o.
Büyüdükçe sevgimiz de büyüyor, paylaşımlarımız artıyor.

Gönül isterdi ki doğana uygun bir şekilde, baskılanmadan, doğanın kucağında, sadece çocuk olup oyun oynayabileceğin şekilde büyüyebilseydin.
Dört duvar arasına hapsolmadan, güvenlik kaygısı taşımadan, çocukluğun tadını çıkartsaydın sadece.
Olmadı, olmuyor, olamıyor.
Elimizden gelen bu kadar.
Eskisi gibi idealist düşünmüyorum, neyseki. 
Neyseki diyorum çünkü idealist düşünüp de yapamayınca kendimi çok yıpratmıştım.
Çok üzülüyordum.
Başta çalışıyor olduğuma, oğlumu bırakıp tüm günü bensiz geçiriyor olmasına çok üzülüyordum.
Artık kabullendim.
Adım Hıdır, elimden gelen budur.
İşimi bırakamayacağıma ya da ne bileyim deniz kenarında bir şehre taşınamayacağıma kanaat getirdim.
İş değil mi eve ekmek götürmemi sağlayan?
Ya da bazen hiç düşünmeden alışveriş yapmamı ya da tatilleri finanse etmemi sağlayan?
Beterin beteri var.
Çok şükür halimize.
Düzeni korumak bile mesele şu ortamda.
O nedenle vazgeçtim kendimi üzmekten.
Hatta Bambino için okul arayışlarına bile başladım ufaktan, sistemle barıştım bir nevi.
Elimizden geleni yapıyoruz.
Umarım Bambino büyüyünce bizi anlar.
Umarım..

30 Haftalık Gebe ile 50 Aylık Çocuğun İstanbul Macerası

$
0
0
İkinci Köprünün Dibindeki Bu Kırmızı Yalıyı Hep Çok Sevmişimdir

Bambino ile geçen hafta İstanbul'a gittik.
Asıl neden doktordu.
Yoksa kocaman göbeğim ve Bambino ile tek başına gitmek delilik olabilirdi.
Ama nedenim sağlamdı.
Bambinonun alerji durumunun gidişatını Bambina gelmeden öğrenmek ve yapılacak şeyleri halletmekti maksat.

Cuma sabahı düştük yollara.
Uçağa binmek kısmı Bambino için her zaman eğlenceli olmuştur.
Yalnız uçakta yemek yiyemeyeceğini öğrenince biraz bozuldu :)
Pis boğaz bizimkisi.
İronik bir şekilde dışarıdaki çoğu şeyi yiyemiyor işte.
Yiyebilseydi herhalde önünü alamazdık.
Aynı babası ve rahmetli dedesi gibi her gördüğü şeyi yemek, her yeni lokantada atıştırmak ve herşeyin tadına bakmak istiyor :)
Hijyenmiş, sağlıkmış falan pek umrunda değil.
Gözü doyacak öncelikle :)
Alerjisi frenliyor onu.
Var değil mi bunda da bir hayır?
Var bence, var..

Bu arada kimse hamile olduğumu anlamıyor hala.
Kuyruk beklerken hiç önceliğim yok.
Hem gebeyim, hem çocuklu kadınım.
Hem de eşyam var sırtımda.
Bir yerde son güvenlik kontrolünden geçtikten sonra bir kadın görevli son anda fark etti sadece:
"Aaa hamile miydiniz, geçmeseydiniz X-Ray'den keşke"
"Neyse, önemli değil, geçtim artık" dedim.
Onun dışında herkes gibi bekledim ayakta gerektiğinde.

İstanbul Cuma günü yağmurluydu.
Ulaşım güzergahımızda yürüme mesafemiz çok olmadığı için fazla zorlanmadık.
Havaalanından doktora gittik doğruca.
Bambinodan çok benimle ilgilenildi desem yalan olmaz.
Ben tedavi görürken hemşire ablalar Bambino ile ilgilendiler sağolsunlar.
"Yanımızda biri daha olsaydı iyiydi" dedim.
Neyseki bir şekilde kotardık.
Bambino kendi kendine de oyalanabildi, benim yanımda.
Rumeli Hisarı'nın Heybetli Görünüşü

Doktor sonrası Taksim'e geçtik.
Bambinonun arkadaşı ile buluştuk.
Tramvaya bindik.
Çok güzel bir zanaatkar ile tanıştık.
Ermeni bir takı ustası.
Çok sevdim kendisini, dükkanını, mütevaziliğini, el emeği ürünlerini.
Kayalara Konmuş Bir Kedi Yetiyor Gülümsetmeye :)

Deniz Görmemiş Angaralı :))

Cumartesi günü kojo geldi.
Bambinoyu evden çıkartamadığımız için neredeyse tüm gün evde geçti.
Akşama doğru sahile gitmeye ikna ettim ve 1 saat de olsa sahilde biraz hava aldık.
Bambino denize taşlar attı, parkta oynadı.
Gece çocuklar yatınca kojonun canı dondurma istedi, üşenmedi o yağmurda Y.aşa.r Usta'ya gidip dondurma aldı geldi. Gecenin bir vakti tahinli, kestaneli, çilekli, balkabaklı dondurma yedik.
Diyorum ya, pisboğaz benim kojo :P
Tekneye Binmeyi Bekleyen Melekler

Dinginlik

Başka Türlü Yaşamlar Var Orada :)

Pazar günü dönüş günü olmasına rağmen havanın 18 dereceye kadar çıkmasını fırsat bilerek yarım gün de olsa tekne ile boğaza açılmaya karar verdik.
Sabah erkenden kalkıp Emirgan'a gittik.
Güzel bir kahvaltı sonrası teknenin olduğu marinaya ulaştık.
Hepimiz için ilginç bir deneyim yaşadık: İlk defa bir tekne kullandık :)
Bambino miçoluk yaptı, kaptanın yanından ayrılmadı.
Tekne yaşamını ucundan tatmış olduk ve çok sevdik.
Boğazda yavaş yavaş süzülmek iyi geldi.
İnsan denize bakarken hiç bir şey düşünmüyor.
Müthiş bir terapi.
Sadece denize bakıyorsunuz, dalgaları izliyorsunuz, martıları dinliyorsunuz.
İsterseniz bin tane derdiniz olsun, o an hepsi yitip gidiyor, anlamını yitiriyor.
"Anda kalmak" dedikleri şey tam anlamıyla bu.
İyot kokusu, bol oksijen çakırkeyif olmanıza yetiyor.
Tekneden indiğimizde sanki bir haftadır tatil yapıyormuşuz gibi hissettik kendimizi.
Denizi olan bir yerde yaşamak ne güzel..



Dönüş yolu hiç olmadığı kadar kolay geçti, gezinin etkisiyle.
Damarlarımızda bol miktarda serotonin dolaştığı için Ankara'ya döndüğümüze üzülmek istesek de üzülemedik :P
Bambino yolun yarısını uyuyarak tamamladı, bu da çok iyi oldu.

Yine gideceğiz, doktora, sonuçları alıp tedaviyi konuşmaya.
İnşallah iyi gelecek bize İstanbul..

Cote d'Azur (Mavi Kıyılar) Gezisi - Fransa

$
0
0

 
Hiç beklemediğimiz bir zamanda yaptık Güney Fransa gezisini.
"2014 yılında bir yere gidemeyiz", "Ne iznimiz var ne paramız" derken hem izin hem de bütçe işlerini ayarlayabildik ve belki de 3 kişilik ailemizle son yurt dışı gezisini yaptık.
Tabi bebek de karnımda ama o sayılmaz değil mi? ;)

Olayın başlangıcı işyerinde bir arkadaşımın bir gün gelip "T.H.Y. kampanya yapmış, ben de eşimle bir yerlere gitmek istiyorum, nereyi tavsiye edersin?" diye sorması oldu.
O ve eşi için Lizbon'u ayarladık birlikte.
Ona bakınırken içimdeki gezgin sesini yükseltti:
"Neden sen de bakmıyorsun, haftasonu ile birleştirip birkaç günlük bir gezi yapılabilir pekala"
"Tamam, bir bakayım" dedim kendisine, "Neden olmasın?"
Nerelere gitmek istediğimi düşündüm ve kojoyu da mesaj üstüne mesaj atarak taciz ettim.
"Şurası mı olsun, burası mı, acele cevap, biletler tükeniyor" diye diye Fransa üzerinde fikir birliğine vardık, bir gün içinde.
Biletleri aldım, Ankara-İstanbul uçuşlarını ayarladım.
Kalacak yer için ai.r.bnb sitesinden ev bakındım.
Rotayı çıkarttım.
Araba kiraladım.
Sağolsun Çokoprenses bana çok yardımcı oldu.
Ayrıca Tüten'in de aynı yere yaptığı gezinin notlarından faydalandım.
Ve 4 günlük bir rota oluşturdum.
Bütün bunlar 2-3 gün içinde oldu bitti :))
Ve 2 ay kadar sonraki seyahat için tüm belgeleri hazırlayıp bir kenara koydum.
Son haftaya kadar da tekrar gezi planı ile ilgilenme fırsatı bulamadım, iyi ki erken davranmışım!

Şimdi, neresi bu Cote d'Azur denen Mavi Kıyılar?
Fransa'nın güney sahilindeki Marsilya'dan başlayıp Monako'ya, daha doğrusu İtalya sınırındaki Menton'a kadar 200 kilometrelik bir sahil şeridi Cote d'Azur.

Nedir bu kıyıların özelliği?
Marsilya'nın batısında, İspanya sınırına kadar olan sahil lagünler, deltalar, uzun kumsallarla kaplı. Bölgede turizm fazla gelişememiş. Ancak "Fransız Rivierası" denilen doğu bölümü özellikle Cannes-Menton arasındaki bölümü. İtalya'dan Cannes'a kıyı hattını izleyen Alp Dağları'ndan denize uzanan kayalıklar, suyun berraklığının ve lacivert parlak renginin sırrı. Bölgenin cazibesinin nedeni bu.

Ama haksızlık etmeyelim, bölgenin güzelliği sadece sahil şeridi değil, iç taraftaki tepelerin üzerindeki köyler. Asıl mimari ve tarihi miras bu dağ köylerinde gizli.

3 gece 4 günlük bir rota ile Cote d'Azur'u rahatça gezmeniz mümkün. Tabi sezon dışı gidildiği için deniz aktiviteleri bu programda yer almıyor. Eğer sahil ve denizi de kapsayan bir gezi planlıyorsanız gezi sürenizi 1-2 gün daha uzatmanızı tavsiye ederim.

Nice konaklamak ve geziyi kontrol etmek adına çok iyi bir şeçim oldu. Hem şehrin doğusuna hem de batısına kolaylıkla ulaşabildik. Üstelik şehri ben çok sevdim. Meydanlar geniş, sahil şeridi ferah, yemekler güzel. 
Ama Marsilya'ya da gitmek isterseniz belki bir yerde daha konaklamayı düşünebilirsiniz. Çünkü Nice'den günübirlik Marsilya gezisi yorucu olur.

Bizim rotamız:

1. gün: Nice'e varış ve Nice gezisi.
2. gün (Şehir Gezisi): Nice - Antibes - Cannes - St Tropez - Nice
3. gün (Köy Gezisi): Nice - St Paul de Vence - Grasse - Valbonne - Mougins - Biot - Nice
4. gün: Nice - Eze - Monaco - Monte Carlo - Nice (Öğleden sonra dönüş)

Çıkarttığım rotada 4. günkü güzergah 1. gün gerçekleşecekti. Son gün Nice'e ayrılacaktı. Hatta 1. güne Cap Ferrat ve Villa Franche-Sur-Mer eklenecekti ama son güne kalınca uçağa yetişebilmek adına buraları pas geçtik.

Mavi Kıyıların büyük şehirlerinden Marsilya'yı rotaya dahil etmedim çünkü kim ile konuştuysam sadece Marsilya için onca yolu gitmeye değmeyeceğini ağız birliği etmişçesine söylediler. Çok fazla göçmenin yaşadığı, kozmopolit yapısı ve ticaret merkezi olması nedeniyle trafik ve kalabalık ile uğraşılmasının zor olacağı, onun yerine birkaç köy daha görmenin daha akıllıca olacağı da edindiğim bilgiler arasındaydı. Herkes aynı şeyi söyleyince ben de rotadan çıkarttım, pişman değilim :)

Biz Kasım ayında gittik bu geziye.
Hava yumuşaktı ama çok yağmur yağdı. Özellikle 2. ve 3. gün yağmur altında dolaştık hep. Arabanın varlığı rotayı tamamlamıza izin verdi ama araba olmasaydı asla yapamazdık. Yağmur nedeniyle bazı yerlerde hiç fotoğraf çekemedik, bu nedenle buraları yazabilir miyim bilemiyorum, deneyeceğim :)
Sanırım Ekim ayı sıcaklık ve hava koşulları açısından daha ideal olacaktır.
Ama kojonun dediği gibi "Bu paraya uçak bileti satılırsa ancak bu aylarda satılır":P

Haritalar buradan, buradan ve buradan

Nice - Cote d'Azur - Fransa

$
0
0

Ara Sokaklar

Masalsı Binalar


El Oyması Ahşap Kapı


Cote d'Azur bölgesindeki küçük yerleşim birimlerinin içinde kocaman bir şehir Nice.

Şehrin eski şehir bölgesi çok güzel ve her daim hareketli.

Yemekler Akdeniz mutfağı, gerçekten güzeller.
Restorant seçeneği bol.
Her bütçeye uygun bir yer mutlaka var.

Socca

Büyük saclar üstüne pişiriliyor Socca. Sonra küçük porsiyonlara kesilip servis ediliyor.
Bizim burada tanıştığımız bir lezzet "Socca" adı verilen nohutlu krep.
Glutensiz olması bizi ayrıca cezbetti.
Socca dükkanlarının en iyisi ve en uygunları limanın arka sokağında yer alıyor.
Ev sahibimizin yönlendirmesiyle gittiğimiz Socca dükkanı 1920'lerden beri çalışıyormuş.
Fiyatları çok uygun.
Daha da güzeli dükkanın içi taze kavrulmuş leblebi gibi kokuyor :)
Porsiyonlar büyük ve oldukça doyurucu.

Elektrikli araba şarj etme istasyonu. Uzaylı gibi baktık kaldık tabi :)

Arabada giderken sahil şeridinin görünümü

Ertesi sabah Antibes'e giderken aynı yöne doğru bir maraton olduğunu fark ettik
Nice'e varmamız öğleden sonrayı buldu.
Arabamızı alıp doğruca kiraladığmız eve ulaştık.
Ancak limanın hemen yanındaki sokaktaki evimizin civarında feci bir trafik vardı.
Ev sahibimizle buluşup eve yerleşmemiz beklediğimizden 1-1,5 saat sonra gerçekleşti.
Haliyle kojo yoruldu ve planlardaki Monte Carlo- Moncao ve Eze köyü gezileri son güne kaydırıldı.

Biraz dinlenip şehri keşfetmeye çıktık.
Hava erken karardığı için fotolar da karanlık :)
Bambino yorulunca fazla uzatmadan eve döndük.




Ama benim aklım kilometrelerce uzanan sahil şeridinde kaldı.
O ferahlık hissi ve özgürlük duygusu beni öyle cezbetmiş ki, kojo ve Bambino uyuyunca kendimi sokaklarda buldum.
Evet, bir ilki gerçekleştirip hiç bilmediğim bir şehirde kojoyu ve Bambinoyu evde bırakıp tek başıma keşfe çıktım.
Ve feci keyif aldım bundan :)
Yükselenim yay demiş miydim? :P



Geniş meydanlar, ferah caddeler, güleryüzlü insanlar, 12 km lik sahil şeridi, denizden gelen ılık esintiler, heykeller, dar ara sokaklar, geç saatlere kadar açık olan dükkanlar, sokaklara yayılan restoranlar, masaların üzerinde kazanlarla getirilmiş deniz mahsülleri (utancımdan hiç foto çekemedim!), düzenli ve temiz sokaklar, limandaki teknelerin güzelliği..
Belki bunların hepsi bir sahil şehri için normaldir, hele bir Akdeniz şehri için olağandır bile diyebiliriz.

Olay şu ki, ben bunların hepsini ne yazık ki memleketimde birarada göremiyorum, bulamıyorum.
Şehrin düzeni iyi olsa çalışanların ya da yaşayanların yüzü mutsuz oluyor..
Dükkanlar gece açık olsa, güvenlik endişesi oluyor..
Sahil şeridi harika olsa, arabayı kıyıya çekmiş ve müziği açmış bir sürü insan oluyor.
Yani itiraf ediyorum ben kendimi yurt dışında daha güvende ve rahat hissediyorum.


Place Massena

Galeries Lafayette Çok Katlı Mağazası

Direklerin tepesindeki heykeller renk değiştiriyor, izlemesi keyifli :)

Tepedeki heykellerin silüeti

Apollo Çeşmesi

Hele minnacık zeytin ağaçlarının bile korumaya alındığını görünce yaşadığım üzüntüyü anlatamam size.
Siz anladınız onu..
Saksılara dikmişler zeytinleri, öyle güzel, öyle narin ve kibar duruyor ki.
Hepsine selam verdim, hepsiyle konuştum.
Bu hissi diğer günlerdeki köy gezilerinde de fazlasıyla yaşadım.

Dolmuşum ben çok fena, onu anladım.
Ve Nice'de hissettiğim "ferahlık" bu şehri farklı bir yere koymama yetti de arttı bile.
Daralmışım ben kendi öz vatanımda.

Başka memleketlere gidince anlıyorum bunu..

Restoranların önü açık büfe şeklinde deniz ürünleri ile dolu

Dekorasyon mağazası vitrini. Açık olsaydı kesin girer ve elim dolu çıkardım :)

Tepede bir kale var, yukarıdan manzara güzeldir eminim ama bunun için epey basamak tırmanmanız lazım.


Sahil
Akşam yaptığım gezi ruhumu hafifletti, yüklerimi azalttı.
Sevdim ben Nice'i.

Nice'te gezilebilecek yerler (Hemen hepsi Eski Şehir bölgesinde ve birbirine çok yakın yerler, tavsiyem bu bölgeyi yürüyerek ve ara sokaklara da girerek gezmeniz):

Place Massena - Apollo Çeşmesi burada - Ünlü Balıkçı Boccaccio da burada
Place Garibaldi
Promenade des Anglais - İngiliz Gezinti Yolu (Evet, İngilizler yapmış) - Sahil Şeridi
Cours Saleya - Her gün kurulan çiçek ve sebze pazarı
Place Rossetti - Cathedrale de Sainte-Reparate
Chagall Müzesi
Henri Matisse Müzesi
Hotel Negresco (Cam tavanlı yemek salonu görülebilir)

Antibes - Cote d'Azur - Fransa

$
0
0

Mutlu balkonlar, mutlu evler :)

Taş evleri hep sevmişimdir

Picasso Müzesi'nin girişinden manzara

Çan Kulesi ve yanında Kilise
Gezinin ikinci gününe Antibes'le başladık.
Antibes Nice'in hemen batısında yer alan bir şehir, neredeyse iki şehir birleşmiş.
Çok yakınlar.
Yol boyu maraton izledik.
Tabi yollar araç trafiğine kapandığı için çoğu yerde kuyruklar oluşmuştu.
Rahat rahat koşanları izledik bu sayede :)
Yağan yağmura rağmen azimli insanlar hiç durmadan devam ettiler.
Yağmura rağmen koşanlara tezahürat yapan insanlar

Deniz manzarası ile izlemeye doyum olmuyor

İşte geliyorlar :)

Romantik manzaralar

Antibes küçük ve şirin bir şehir.
Şehrin merkezindeki Eski Şehir bölümünü gezmek çok keyifli.
Deniz kenarında yer alan bu bölgede Grimaldi Kalesi ve içindeki Picasso Müzesi bizim ilk hedefimiz oldu.
Picasso Müzesi'nde sanatçıya ait Dünyadaki en büyük koleksiyonlardan biri sergileniyor.
Picasso'nun yaşamak için burayı tercih etmesi de buranın güzelliğini tescil ediyor.
Mavinin enerji veren duruşu :)

Deniz gören Angaralı :)

Evlerden birine giriversek :)

Az katlı, gözü yormayan taş evler

Oturup bir kahve içsek?
Marché Provençal denilen kapalı pazar yeri ise yağmurda gezmek için iyi bir seçenek.
Pazarda satılan doğal otlar, yağlar ve çiçekler insanı mest etmeye yetiyor :)

Şehirdeki diğer müzeler arasında Arkeoloji Müzesi ve meraklısı için Absinthe Müzesi var.
Ayrıca limanı, sahil şeridi, plajları burayı yaz ayları için cazip bir yer haline getiriyor.
 


Cannes - Cote d'Azur - Fransa

$
0
0

Şehre Kuşbakışı - Kaynak

Palais des Festivals - Kaynak

Hotel de Ville - Belediye Binası - Kaynak

Splendid Hotel
Antibes'ten sonraki durağımız Cannes oldu.
Yağan yağmur bizi şehri tepe tepe gezmekten alıkoydu.
Ancak anladığım kadarıyla çok da birşey kaybetmedik :)

Yarım saatte gezilebilecek bir ana caddesi var şehrin.
Güzel restorantlar kongre merkezinin yakınlarında Alles de la Liberte'nin kıyısında.




Cannes'da gezilecek temel yerler:
La Croisette - Sahil Caddesi - Burada lüks markaların mağazaları var
Hotel de Ville - Belediye Binası
Palais des Festivals - Ünlü Cannes Film Festivali'nin yapıldığı mekan (Kırmızı halıda illa bir resim çektirmek lazım ama şansımıza halıyı kaldırmışlardı, yine de çekildik tabi :P )
Splendid Hotel - Festivali izleyebileceğiniz ünlü mekanlardan biri
Rue d'Antibes - İç tarafta yer alan ve daha normal markaların yer aldığı alışveriş caddesi.

Rue d'Antibes caddesinin doğusundaki Amy adlı yeraltı araba park yerini tavsiye ederim, fiyatlar uygun.
Pazar günü bu şehre yolunuz düşerse açık fazla dükkan bulamayacağınızı unutmayın.

St Tropez - Cote d'Azur - Fransa

$
0
0


Cannes'dan sonraki durağımız St Tropez oldu.
Ancak yol boyu bardaktan boşanırcasına yoğun bir yağmur yağdı.
Çevreyi pek izleyemedik ama yüksek tepelerin üzerinde ve ormanların içinden geçen bir yolda gittiğimizi söyleyebilirim.
Cannes - St Tropez arası biraz mesafe var, 1,5 saatten fazla sürüyor yol.

Bu şirin kasabaya ulaştığımızda hava kararmak üzereydi, yağmur da hala yağıyordu.
Dolayısıyla çok fazla gezemedik, sıcak birşeyler içmek için ilk gördüğümüz açık restorana girdik.
Zaten çok küçük bir kasaba burası.
Brigitte Bardot tarafından meşhur edilmiş.


Deniz kıyısındaki restoranlardan ziyade bir arka sokaktaki köy meydanında yer alan restoran ve kafeler daha hoş diye düşünüyorum.
Ağaçlarla çevrili bu sokak çok daha nezih ve huzur verici.
Kıyıda oturduğunuzda ise limandaki tekneleri izlemeniz mümkün. Çok lüks teknelerin olduğunu söylemeye gerek yok :)

Merkezin batısında yer alan La Fontenette plajı ünlü simaların uğrak yeriymiş, bunu da not edeyim :)

İlk fotolar buradan, buradan ve buradan.

St Paul de Vence - Cote d'Azur - Fransa

$
0
0





Gezinin ikinci günü şehirleri dolaştıktan sonra üçüncü günde köyleri ziyaret ettik.
Bu arada ikinci günün akşamı Nice'e döndükten sonra kojo çok sevdiği Pink Floyd konserine gitti, bunu da not edeyim :) Öyle iyi denk geldi ki, plan yapsak bu kadar olurdu!
Sabah erkenden denizin içlerine doğru dağlara tırmanmaya başladık.
Yukarılara çıktıkça manzaranın güzelliği içimizi açtı.
Yemyeşil tepeler, zeytinlikler, küçük ama verimli tarım alanları, estetik güzelliğe sahip köy evleri.
Hava da güzeldi, tertemiz açık havada dağlarda olmak iyi geldi.





İlk durağımız ve gezinin favori mekanı St Paul de Vence idi.
Bu taraflara gelirseniz mutlaka vakit ayırın bu köye.
Tamam, çok turistik ama inanın hakkını veriyor.
Atölyeler, butikler, eserler muhteşem.
Bakmaya doyamıyorsunuz.



Grande Fontaine

Doğal güzellik de diğer yandan içinize işliyor.
Umut doluyorsunuz. Ve neşe.
Biblo gibi evler, oyuncak sokaklar, çam ağaçları, serviler, zeytinlikler..
Ortaçağ kasabası, aynı.




St Paul de Vence Nice'ten yaklaşık 45 dk uzaklıkta.
Söylemeye gerek yok, bu köy pek çok ünlünün uğrak yeri.
Daracık sokaklardaki butik pastaneler, sanat objeleri satan dükkanlar gerçekten zaman mefhumunu kaybetmenize yol açıyor.
Bu kirazlara bayıldım!

Öyle gerçek duruyor ki :)


Köyün Place du Jeu de Boules meydanında pazar kuruluyor.
Ayrıca 1850'de yapılan Grande Fontaine adı verilen çeşmesi görülmeye değer.
Bir de kilisesi var, uğramak isterseniz.
Onun dışında yapılacak en güzel şey sokaklarda kaybolmak :)

Grasse - Fransa

$
0
0

St Paul de Vence'i geride bırakarak ormanlara dalıyoruz tekrar.
Doğa muhteşem, yollar güzel.
Grasse'ye yaklaşırken bir yağmur başlıyor.
Olsun, yağmur çok yakışıyor buralara.
Zaten Grasse'de müze gezeceğiz, kapalı mekanda olacağız.


St Paul de Vence'e göre burası bir hayli büyük bir şehir.
E kolay mı, Dünya parfüm endüstrisinin başkenti Grasse.
Hem de 16. yüzyıldan beri!

Patrick Suskind'in Koku adlı romanını okuduktan sonra buralara gelmek daha anlamlı.
Ha bir de lavanta hasadından önce olacak :))


Grasse'de gidilebilecek parfüm müzeleriçok.
Bir de Notre Dame de Puy Katedrali var.
Yine de en güzeli sokaklarda dolaşmak, güzellikleri beklentiye girmeden keşfetmek.

Yağmur çok yağdığı için Grasse'de fotoğraf çekemedik.
İki şemsiye üç kişiye yetmedi, o derece bir yağmur bastırdı.

Doğruca Fragonard'a gittik.
En büyük parfüm markalarından biri.
Çok güzel bir Internet sitesi var: http://www.fragonard.com/
Buradan sipariş verebiliyorsunuz, Dünyanın her yerine gönderim yapıyorlar.
Binanın alt katında ürünleri deneyip satın alabiliyorsunuz.
Üst katlarda ise parfümün nasıl elde edildiğini anlatan bir müze var.
Giriş ücretsiz.

Şöyle bir bakalım diyerek girdiğimiz binadan ancak iki saat sonra ayrılabildik.
Kokular, renkler, ambalajlar, sabunlar bizi mest etti.
O kadar koku denedim, bir tanesini beğenip alamadım, o ayrı :)
Almaya niyeti olmayan kojo ise boş çıkmadı dükkandan :)

Fragonard'dan ayrılırken girişte bıraktığımız iki şemsiyeden bir tanesini bulamamak günü sürprizi oldu.
Tek şemsiye ile üç kişi kalakaldık mı yağmurda!
Daha şehri gezip yemek yiyecektik, vazgeçtik tabi.
Kojo kendini feda edip koşa koşa arabaya gitti.
Biz de Bambino ile arkasından.
Yol üzerinde bir market görünce girip uyduruk bir şemsiye aldık.
O uyduruk şemsiyeye çok para verdik ama o halimizle ne isteseler vermek durumundaydık zaten.
Bambino şemsiyeyi test etti arabaya gidene kadar :)

Ve bir sonraki durağa doğru yola çıktık.
Acıkmış ve ıslanmış olarak..

Fotolar buradan, buradan, buradan, buradan, buradan ve buradan

Valbonne - Fransa

$
0
0




Sırılsıklam bir halde ve midelerimiz zil çalarken ayrıldığımız Grasse'den sonraki durağımız Valbonne oldu.
Aslında Valbonne'a uzun zaman ayırmayı düşünmemiştim, "Şöyle bir uğrar geçeriz" demiştim ama hem yemek yemeye hem de dinlenmeye ihtiyacımız olduğundan burada geçirdiğimiz süreyi uzattık.
İyi ki de öyle yaptık.


Valbonne hakkında çok fazla bilgi bulunmuyor turistik kaynaklarda.
Aslında güzel tarafı da bu, oldukça yerel bir köy burası.
16. yüzyıldaki hali neyse neredeyse hiç değişmeden korunabilmiş.
Şimdi düşünün bakalım, bizim memlekette 16. yüzyıldaki haliyle aynen korunabilmiş bir yer var mı?
Neyse, bu tür kıyaslamalar mutluluk getirmiyor her zamanki gibi.
En iyisi karnımızı doyurabileceğimiz bir yerler bakınırken bu güzel köyün keyfini çıkartmak.
Üstelik de yağmur sanki hiç yağmamış gibi durmuş ve güneş güzel yüzünü göstermişken :)


Köyün sokakları kemerlerle dolu.
Köy meydanında ise kemerli geçitler var.
Birçok butik ve lüks restoran bulunuyor burada, köy dediğime bakmayın :)
Lüks villalar ve bakımlı bahçeleri de unutmamalı.
Yemek yediğimiz yer


İngilizce menüsü olan güzel bir restorant buluyoruz.
Eski bir hana benziyor ama öyle güzel dekore etmişler ki.
Ferah, aydınlık.
Ve içeride hiç ummadığımız kadar çok İngilizce konuşan müşteri var.
Demek ki iş yemekleri için tercih edilen bir mekan burası.
Adını almamışım ama köy meydanında.
Yolunuz düşerse uğrayın derim.


Karnımız doydu, üstümüz biraz kurudu.
Artık yola ve keşfetmeye devam edebiliriz :)

Mougins - Fransa

$
0
0





Mougins, Picasso'nun yaşamının bir bölümünü geçirdiği Akdeniz köylerinden biri.
Cannes'a yarım saat mesafede.
İnanılmaz güzellikteki ormanların ortasında bir Ortaçağ dağ köyü.
İnsan her ağaca sarılmak, her ağaçla dertleşmek, sohbet etmek ister mi?
Mougins'te bunu istedim ben.
Daha doğrusu köylerin hepsinde bunu istedim ve olabildiğince yaptım.





Mougins'in havası başka, çok başka.
Sokakları, evleri, ferforjeleri, sanat atölyeleri, artizan mağazaları, lüks restorantları, doğası insanın zaman algısını kaybettirmeye yetiyor.
Beni bıraksalar orada bir ömür geçirebilirdim sanırım.





Mougins'te kötü fotoğraf çekmek mümkün değil bence :)
Aceleyle çekilmiş bu fotoğraflar bile bu güzellikteyse profesyonel bir gözün neler çekebileceğini hayal bile edemiyorum.
Film seti gibi her köşebaşı.
Ama en güzeli gönül gözüyle çekebilmek..





Mougins'in kilisesinde bir cenaze töreni vardı, içeri giremedik.
Dışarıda grand tuvalet giyinmiş görevliler vardı.
Cenaze aracı Hollywood filmlerindeki gibiydi.
İnsanlar sükunet içindeydi, hepsi tertemiz ve en güzel kıyafetlerle gideni uğurluyorlardı.
Bir ara kendimizi filmin içinde zannettik, kamera var mı diye etrafa bakındık.
Ve olmadığını anlayınca takdir ettik, hayret ettik.



Demiştim ya, buraların köyü bildiğimiz köylerden değil diye.
İşte Cote d'Azur'daki köylerin hemen hepsinde en az bir müze var.
Mougins'te birden fazla müze gördük.




Bu harika köyden ayrılırken hava kararmaya başlamıştı.
Gönlümüzün bir parçasını da burada bırakarak günün son durağına doğru yola çıktık: Biot.

Biot - Fransa

$
0
0

Biot denize çok yakın mesafede
Nice'in kuzeyinde ve yarım saat mesafede yer alan Biot günün son durağıydı.
Biot, kabarcıklı cam atölyeleriyle ünlü yine bir Ortaçağ dağ köyü.
Küçük bir dağın tepesine kurulu.

Biot'u diğer köylerden bizim için ayıran özellik, yaşayan bir köy olduğunu görmemiz oldu.
Biz gittiğimizde okulun bitiş saatiydi ve köyün ortasında bulunan okuldan öğrenciler evlerine dağılmaya başlamıştı.
Tertemiz ve şık giyimli anne-babalar ve büyük ebeveynler çocukları okuldan alıp eve götürüyordu.
Diğer köylerde okul görmediğimizi anımsadım.
Belki vardı ama köyün ortasında değildi kesinlikle.

"Anne-babalar ne iş yapıyor da çocuklarını öğleden sonra kendileri okuldan alabiliyor acaba?" diye düşündük kojoyla.
Onlarınki de hayattı işte, bizimki de.
Onlar da çalışıyordu, biz de.
Yine kıyaslamaya başladığımızı fark edip ipin ucunu bıraktık.
Zira, yine mutsuz olacaktık.
Aklımız kendi yaşadığımız hayattan başkasını alamayacak kadar robotlaşmıştı belli ki.
Sürünün içindeki koyun gibi yaşadığımızı bir kez daha fark edip sustuk.

Eve dönüş yolundaki çocuklar köy meydanındaki çeşmenin etrafında mola verdiler.
Meydanda koşturmaya ve oyun oynamaya başladılar.
Bambino da heyecanlandı, her yaptıklarını merakla izledi.
Dil bilmediği için hiçbirine yanaşmadı.
"Oyunun dili olmaz, anlaşmak için dil bilmeye gerek yok" türünden telkinlerimiz şimdiye kadar hiç işe yaramadı.
Bizim oğlanda böyle bir algı var malesef.
Birisi Türkçe konuşmuyorsa ne kadar cana yakın olursa olsun uzak duruyor.
Ama eğer birisi Türkçe konuşuyorsa hemen iletişime geçiyor, herkes bir anda tanıdık oluveriyor. Hırlı mı hırsız mı kim olduğu önemli değil, Türkçe konuşması yeterli.
Kıramadık bu kuralı.
O nedenle bir an önce yabancı dil öğrense iyi olacak galiba :))))

Köydeki cam atölyeleri ve dükkanları diğer köylerde gördüğüm ihtişamda değildi.
Hepsi kendi halinde dükkanlar.
El yapımı kabarcıklı cam eşyalar çeşitli.
Bana hitap eden bir şey bulamadım, çok bakınmama rağmen.
Bakınmakla yetinip ayrıldım ben de.
Kabarcıklı Cam Eşyalar

Aynı gün içinde beş köy ziyareti gerçekleştirdikten sonra Nice'e döndük ve kendimizi doğruca Socca dükkanına attık :)

Fotolardan ikisi buradan ve buradan

Monaco - Monte Carlo

$
0
0



Prenslik Sarayının olduğu tepe
Gezinin son gününde ilk gün gidemediğimiz Monaco'ya gittik.
Öğleden sonra uçağa binecek olmamız nedeniyle sabah erkenden yola koyulduk.
Sonuçta ne kadar yol gideceğiz, trafik var mı, geri dönüş nasıl olur gibi bilinmeyenler işin içinde olunca ne kadar erken o kadar iyi dedik.
Şansımıza hava yağmurluydu yine ve sabahın erken saatlerinde Akdeniz üzerine yoğun bir sis bastırmıştı.

Yani giderken pek manzara izleyemedik.
Neyseki gelirken yağmur ve sis dinmişti de güzellikleri görebildik yol boyunca.



Arabaya binmemizle Eze köyüne gelmemiz bir oldu desem yeridir, çok yakınlarmış.
Giderken Eze'yi pas geçtik, iyi ki de öyle yaptık.
Monaco'ya varır varmaz ülkenin yoğun trafiği karşıladı bizi.
Hani kumarhane cenneti, sabahları pek hareket olmaz diye düşünüyorsanız fena halde yanılıyorsunuz.
Ama trafik polisleri bile gülümsüyordu, işlerini yaparken mutluydular.
Bunu görünce bir kez daha afalladık.
Palais Princier

Monaco, filmlerde gördüğümüz gibi devasa binalarla dolu küçücük bir ülke.
Daracık sahil şeridinde gökdelenlerin sıralandığı, kumarhanelerin ihtişamlı bir şekilde yükseldiği, daracık sokaklarında son model lüks arabaların yol aldığı, trafiği yoğun bir yer.


Erkenden ülkeye varınca (Nice'den 45 dk bile sürmedi) ne yapacağımızı bilemez halde sokaklarda dolaştık durduk arabayla.
Yağmur yağıyor, arabadan insek nereye gideceğiz?
Zaten görülecek yerlerin bir kısmını araba turunda gördük.
Ünlü kumarhanesi "Casino" nun önünden en az iki kere geçtik :))
Meydandaki Cafe de Paris'te oturup kapıya yanaşan lüks otomobilleri izlerken hayatınızda içtiğiniz en pahalı espressonuzu yudumlayabilirsiniz burada :))))
Marina bölgesi, Opera Binası, Hotel de Paris de görülebilecek yerler listesinde.
Ünlü Monte Carlo F-1 Pistine ait rotayı ise en az iki kez turlamışızdır :)

Casino
Sonunda marina bölgesine yakın bir yerde bir otopark bulduk ve şehirdeki bir alışveriş merkezindeki bir kafede kahvaltı ettik.
Tam karşımızda De.cathlon mağazası vardı.
Kahvaltı sonrası oraya girip kojoya kışlık spor mont aldık (Üzerindeki öyle ıslanmış ki kurutamadık bir türlü!!).
Bambino da bir polar üst ile alışverişten nasibini aldı :)



Sonrasında Monaco Prensi'ne ait arabaların yer aldığı "Antika Arabalar Müzesi"ni ziyaret ettik.
Marinaya kuş bakışı bir alanda yer alan müzenin içi de manzarası da çok güzeldi.
Hemen üstümüzdeki tepede Palais Princier, yani Prenslik Sarayı bulunuyordu.
Ziyarete açık olmadığı için uzaktan bakınmakla yetindik.
Yukarıdaki manzara eminim harikadır.
Monaco'daki diğer bir müze Jack Cousteau'nun kurduğu Okyanus Bilimleri Müzesi. Avrupa'daki en iyi akvaryumlardan biri olduğunu okumuştum, gitmek isteyenlere not olsun.




Monaco'daki atmosfer bizi pek cezbetmedi ama gidip gördüğümüze de memnun olarak ayrıldık minik ülkeden.

Fotoların bazıları buradan, buradan, buradan ve buradan.

Eze - Cote d'Azur - Fransa

$
0
0


Bakmaya doyamadığım manzara


Kaleye çıkan merdivenli patika
Monaco dönüşü son durağımız olan Eze köyüne uğruyoruz.
Köyler kesinlikle bu geziye damgasını vuruyor.
Yeşile, ağaca, doğaya, eskiye, orijinalliğe olan ihtiyacımızı fark edip bu gezide bu anlamda tatmin olduğumuz için hepimiz mutluyuz.
Hem keçi gibi tırmanmak, daracık sokaklarda koşturmak, doyum olmaz manzaralar izlemek çok ama çok eğlenceli.

Eze, dik bir tırmanma patikası ile yukarısındaki kaleye çıktığınız yine bir Ortaçağ Köyü.
Deniz kıyısından 400 metre dimdik olarak yükselen yarların tepesine kurulmuş.
O nedenle adı "Kartal Yuvası".

Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden



Biliyor musunuz, bu köy 1543 yılında Barbaros Hayreddin tarafından fethedilmiş.
Zaman içinde pek çok sanatçıya ev sahipliği yapmış.
Gezerken Nietzsche'nin her gün yürüdüğü rotayı takip edebilirsiniz mesela; yani Chemin de Nietzsche'yi.
Köyde güzel bir tropikal bahçe de ziyaretçilerini bekliyor.

Gerçekçi bri bakış açısıyla bakarsak: Burada yaşayanlar nasıl yaşıyor? Market, su vs ihtiyaçlarını nasıl karşılıyor? Araba da girmez buralara..
Sonbaharın güzellikleri

Kapıyı çalsak de misafir olsak

Hayal kurmak serbest :)

Labirent gibi sokaklarda kaybolduk biz.
Bir ara "Eyvah, geç mi kalacağız, yolu bulamadık" desek de, bir şekilde aşağı inmeyi başardık :)
Ve doğruca Nice'e yola koyulduk.
Şehir merkezinde yol çalışmaları ve adım başı konulan trafik ışıkları nedeniyle stresli dakikalar yaşasak da, havaalanının nispeten şehrin içinde yer alması nedeniyle vaktinde arabamızı teslim edip uçağa gidebildik.
Kırmızı ve yuvarlak hatlı, tam benlik :)

Demir işçiliği bu bölgede sanat

Orijinal ürünlerle dolu butikleri gezmek çok keyifli

Magnetsever olarak sadece bakmakla yetindim, gerçekten :))
Romantizmin doruklarında :)

Neşeli Domuzcuk :)

Cote d'Azur yine gelmek isteyeceğim bir bölge olarak seyahat dünyamızda yerini aldı.
Söylemeye gerek yok, şehirlerden çok dağlar ve köyler bizi mest etti.
Hava güzel olsaydı eminim denizin de tadını çıkartmak isteyecek ve belki de köylere bu kadar odaklanmayacaktık.
Böylesi çok daha keyifli oldu.
Yine yeniden görüşelim Fransa!

Hoşçakal 2014

$
0
0

Acısıyla tatlısıyla bir yıl daha bitiyor.
Aslında bizlerin bir yanılsaması bu rakamlar, yıllar, zaman.
Bugünden yarına her şey bir anda değişivermeyecek.
Eğlenmek, bir araya gelmek, dua etmek, dilek dilemek için vesile ya da bahane bunlar.
Ben öyle görüyorum.
Ama herkesin aynı anda dua etmesinin, dilek dilemesinin, iyi enerjiler göndermesinin değeri çok ama çok büyük.
Bu nedenle ne sebeple olursa olsun bu tür bir ana şahitlik etmek, daha da güzeli katkıda bulunmak çok güzel, manevi bir haz veriyor insana.

2014 genel olarak hayatımın gidişatının kökten değiştiği bir yıl oldu diyebilirim.
Hiç aklımda yokken, planlarımızda yokken ikinci bebeğin içimde büyümeye başlamasını öğrenmem benim için çok büyük bir dönüm noktası oldu.
Kabullenmeyi öğrenmeye başladım.
Kontrolün bende belki de hiç olmadığını.
Akışa teslim olmayı, beklentileri bırakmayı, önüme geleni sevgiyle kabul etmeyi deneyimledim.
Hala çabalıyorum daha doğrusu.
Benim gibi kontrolcü bir insanın bunu tamamen başarması o kadar kolay değil.
Ama 2014 büyük bir sınavdı bu anlamda.

Gündemden uzaklaştım bu süreçte.
Kendime döndüm.
Üç maymunu oynamaya başladım belki de.
Kendim ve bebeğim için.
Farkındayım ama tepkim eskisi gibi değil.
"Eden bulur" diyorum, o kadar.

Sağlık anlamında da yol katettik bu sene.
Dileğim 2015'te buna devam etmek ve şifa yolunda doğru hızda yürümek.

Onun dışında 2015 yılından büyük beklentilerim yok.
Hayatımıza inşallah yeni bir bebek girecek.
Ve sonrasında neler olacak, nasıl bir yaşamımız olacak bilemiyorum.
Zor, yorucu, uykusuz, asabiyet yüklü, kaotik gibi şeyler geliyor aklıma ilk etapta.
Ama belki de keyifli, neşeli, bereketli, huzurlu, kolay, tamamlanmış bir halimiz de olabilir.
Kim bilir?
Yaşayıp göreceğiz hep birlikte.

"Evren boşluk kabul etmiyor"
Bir arkadaşım hatırlattı bugün bunu bana.
"Cüzdanın boşsa evren hemen doldurur" dedi :)
Bunu çok isterim 2015 'te! ;)

Onun dışında sağlık, huzur, sükunet, neşe, yaşama sevinci, cesaret diliyorum herkes gibi.
Farkındalık ve sabır.
İyi ve açık iletişim.
Sükunet.
Bırakabilmek, vizyoner bakabilmek, uzun vadeli düşünebilmek.
İç sesi açığa çıkartabilmek.

Herkese mutlu yıllar! :)

2. Gebelik - 36. Hafta - Bebeğin Dönmesi için Öneriler

$
0
0

Günler hızla gelip geçerken bir bakmışım 36. haftaya gelmişim bile.
Bambina karnımda büyümeye, tekmeler atmaya, hıçkırmaya tam gaz devam ediyor :)
Çok hareketliydi hep, şimdi biraz yeri daraldı ama yine de olabildiğince aktif.
Başı sol tarafımda, sol göğsümün paralelinde, ayaklar ise sağ tarafta.
Dolayısıyla ne midemi ne de mesanemi rahatsız etmiyor.
Sağolsun hiç mide yanması ya da idrar problemi yaşamadım.

Ancak doğuma yaklaşırken Bambinoda yaşamadığım bir endişe başladı bende.
"E bu kız ne zaman dönecek?"
Bebeğin dönmesi bir anlık iş aslında, kafayı 90 derece aşağı aldı mı oldu bitti ama henüz Bambina bunu yapmadı.
Nedense biraz endişelenmeye başladım son hafta içinde bu konuda.
"Ya dönmezse?""Dönmediği için sezeryan olmak istemiyorum" gibi hikayeler ve varsayımlar içimde konuşup duruyorlar.

Geçtiğimiz Pazar günü doğuruyorum sandım a dostlar.
Karnımda bir gerginlik, bir tuhaflık.
Bebeğin aşırı hareketlenmesi, bir türlü rahat edememem.
Akşama doğru başlayan bu durum gece saat 9'dan sonra daha da arttı.
Huzursuzlandım.
Ortada ne hastane çantası var, ne bebeğin eşyaları hazır, ne ben hazırım, ne de doktorun cep numarası var (Aslında varmış da ben yok diye biliyormuşum!)
Hele bir de kojonun hamilelik sürecim boyunca verdiği desteğin (!) (Sitemkarım, evet, detaya şimdi girmeyeceğim!) bir uzantısı olarak "Bu halinle yarın işe mi gideceksin şimdi?" diyerek kel alaka bir yerden konuya yaklaşması bende moral falan bırakmadı.

Aklıma bebeğin dönmek istiyor olabileceği geldi.
Bambinanın dönmesi için karnımın alt kısmını rahatlatmam ve ona yer açmam gerektiğini fark ettim.
Başladım aklıma gelen hareketleri yapmaya.
İlk başta bildiğimiz köpek pozisyonunda, ön tarafa yastıkları koyup kollarımı üstüne dayayarak 15-20 dk kaldım.
Şuna benzer bir pozisyon bahsettiğim:

 Baktım çok çok fayda etmedi, başka birşey denemeye karar verdim.
Spinning babies sitesinde dönmeyen bebeğin dönebilmesi için önerilen tekniklerden birini yaptım.
Bu pozisyonda sedece 3 nefes boyunca kalınıyor, yani yaklaşık 30 saniye.
Amaç rahmi rahatlatmak ve bebeğin rahat hareket edebilmesi için alan yaratmak.
Bu hareketler normalde düzenli yapılması önerilen hareketler.
Spinnig babies sitesinde başka teknikler de var.

Onun dışında bebeğin dönmesine yardımcı olması için
- Akupunkturdan, 
- Kayropraktiklerden (Webster tekniği - buradaki videoyu izleyebilirsiniz),
- Homeopatiden (Genelde Pulsatillaöneriliyor ama mutlaka uzmanına danışıp kullanmalı)
faydalanılması mümkün.

Bu sitede de, diğer pek çok sitede önerilen tekniklerden bazılarını görebilirsiniz.

Bebeğin dönmesi için:

- Bebeğe müzik dinletilebilir
- Göbeğe fener tutulabilir - Işığa doğru ilerlemesi sağlanabilir, bunun için feneri göbeğin altına doğru tutmak gerekiyor
- Bebekle konuşulabilir - Bunu yaparken kafasını ve vücudunu aşağı doğru ilerletecek şekilde yumuşakça masaj yapılabilir
- Yüzmeye gidilebilir - Suyun rahatlatıcı özelliği hem anne hem bebek için iyi gelecektir
- İmgeleme yapılabilir - Bebeğin kolayca döndüğü imgelemesi yapılır
- Doktor müdahalesi talep edilebilir (Son adım olarak da sezaryen)

Gece 12'ye kadar egzersiz yaptıktan sonra yoruldum ve uykum gelince uyumaya çalıştım.
Bambinanın kafası yaklaşık 30 derece aşağı indi, ayaklar biraz yukarı çıktı.
Ama sol tarafıma dönüp yatınca tekrar eski pozisyonuna döndü.
Sabah kalktığımda başı yine sol tarafımda, ayakları yere paralel şekilde sağ tarafımdaydı :)

Demek ki henüz zamanı gelmemiş, yan gelip yatmaya devam etmek istiyor bir süre daha :))))

Dün akşam gece geç saatte yatmama rağmen deliksiz uyumuşum, sabah kalktığımda rahat ve iyi hissediyordum.

Kafamdaki varsayım ve hikayeleri durdursam iyi olacak!

Kafamdaki diğer bir varsayım da ikinci bebeklerin erken geldiği söylemleri.
Bunu söyleyen çok kişi oldu çevremde.
Henüz doğum iznine ayrılmadım, gelecek hafta ayrılacağım inşallah.
Ama dediğim gibi ne çantası, ne eşyaları, ne yatağı.. Hiç bir şey tam olarak hazır değil.

Bir de benim yapmak istediklerim var doğumdan önce: Yalnız sinemaya gitmek, kitapçılarda dolaşmak, indirimde mağaza mağaza bakınmak (çok da hevesli değilim, sadece nefsimi tatmin etmek niyetindeyim :P ), arkadaşlarımla görüşmek, becerebilirsem bir arkadaşım için bitiremesem de bir işe başlamak, ufak tefek işleri halletmek, annemle kız kıza kahve içmek... Görüldüğü gibi bunların içinde Bambino ile birşeyler yapmak yok. Onunla nasılsa bol bol görüşeceğim, evde lohusa modunda :P

Umarım herşey yolunda ve kolaylık içinde gider.
Kafamdaki varsayımları susturmaya niyet ediyorum.
Papancha'lara * ölüm :)

* Papancha, Pali dilinde varsayım anlamına gelmektedir. Gerçeğin soslanması, baharatlanması ve olduğu halinden uzaklaştırılması için kullanılan bir terminolojidir.

Fotolar buradan, buradan, buradan

2. Gebelik - 37. Hafta

$
0
0
An itibariyle bir alışveriş merkezindeki bir kafede oturarak bu yazıyı yazıyorum sevgili okur.

37. haftamın başladığı Pazartesi günü itibariyle kanuni izne ayrıldım.

Ve günler inanılmaz yoğun geçiyor, hatta dün 'İşe gitsem daha iyi, daha çok dinleniyordum orada!' bile dedim!

40 iş biraraya gelir mi, geliyormuş işte!

Aslında yapmak istediğim çok fazla şey yoktu ama bazı acil durumlar çıkınca günlük yaşam koşturmaya dönüştü.

Ve tahmin ettiğim gibi evde Bambino var iken benim evde dinlenme seçeneğim pek olmadı, olmayacak gibi.

Bugün Bambino okuldan gelene kadar evdeydim, saat 12 gibi apar topar çıktım dışarı.
Hava soğuk, halledecek bir iş de yok, o nedenle indirimde mağazaları kaldındırıyorum :))
Sanki doğumdan sonra hayat olmayacakmış gibi evdekilere birşeyler alıp duruyorum..
Hele şu 'Alayım, dursun bir köşede, şimdi bebekten sonra hiç çıkamam, çıksam da indirim kalmaz, seneye hiç bulamam bu fiyata' bıdıbıdıları yapan bir zihinle alışveriş merkezi dolaşmak elinizin kolunuzun yarım saat içinde dolmasına neden oluyor, benden söylemesi!

Geçen hafta rapor almaya doktora gittim ve yaklaşık iki aydan sonra kızımı tekrar gördüm. Çok şükür kafası aşağı dönmüş (Bir önceki yazıda bahsettiğim Pazar gecesi olduğunu tahmin ediyorum) ama ters tarafa bakıyormuş şu anda. Yani yüzü benim sırtıma bakıyor olmalıymış ama Bambina ön tarafa bakıyormuş. Yani dönmesi gereken bir hamle daha var, umarım kolaylıkla döner doğuma kadar.

Bambinanın keyfi yerindeymiş. 36. haftalık gebeliğime göre biraz geriden geliyormuş, ki başından beri geriden geliyordu. Bizim gibi çıtıpıtı bir çift için normal bir durum bence :) 34 haftalıkmış kilosu, kafası, ayakları. Yaklaşık 2500 gram olmuş. Doğuma kadar 3 kilo olur diye tahmin ediyoruz. Önemli olan sağlık ve kolaylıkla gelmesi.

İşyerinde 8 saat boyunca bağlı olduğum internet olayı bitince bilgisayar ve sanal alem epey geri planda kaldı benim için. İlerleyen günlerde burayı unutursam şaşırmayın, iki çocukla bilgisayarın b'sini hatırlamaya enerjim ve zamanım olur mu göreceğiz.

Ama hakikaten gerçek dünyaya geçince sanal alemi ve sosyal medyayı çok da aramaz oldum. Arada bir haber almak için bakıyorum telefondan, o kadar. Oturayım blog okuyayım, kim ne yazmış bakayım kısmı bu ara pek aklıma gelmiyor. Bu da bir dönem herhalde. Belki bebekten sonra herşeyi unutmuş bünye gugıl amcayla kanka moduna geçebilir :))

Geçen gün rüyamda bebeğin karnımda hareketlendiğini gördüm. Ama kendimi biliyormuşum da şöyle diyormuşum: "Bu bebek vaktinde gelecek merak etme!" Bu rüyadan sonra epey rahatladım.

Bir de doğum iznine ayrıldığım gün işyerinden ayrılmaya yakın bir ter bastı beni anlatamam. Her yanımı bir korku kapladı. İçimden birşeyler "Ne güzel tıkır mıkır işleyen bir düzenin vardı, şimdi senin neyi beklediğini bilmediğin bir maceraya doğru gidiyorsun. Burası iyiydi, bakalım bundan sonra neler gelecek başına?" diye fısıldıyordu devamlı bana. Öyle bir korktum ki.. Belirsizlik, kaotik bir sürece geçiş, nasıl olacağını öngöremediğim iki çocuklu hayata daha da yakınlaşmak, günlük rutinimin tamamen değişmesi.. Terden kaşkolum ıslanmış, o derece. Ertesi gün biraz daha iyiydim, gün geçtikçe normalleştim, hele koşturmaca içinde olunca "Sonunu düşünen kahraman olamaz" modunda düşünmeden yaşamaya başladım. Tabi evde Bambinonun davranış değişikliklerinin ufaktan başlaması çok da iyiye işaret değil ama yapacak fazla birşey yok. Allah'tan güç, sükunet ve sabır diliyorum kendime. Siz de bana dileyin, olur mu?

Bambino 52 Aylık

$
0
0
Bambino bir ay daha büyüdü, 52 aylık oldu :)
Gün geçtikçe birey oluşu daha da fazla hissediliyor evde.
Günlük kararlara dahil olması, fikrini söylemesi, bizim ona fikir sormamız, birlikte çözümler üretmemiz gerçekten çok çok keyifli!

Bambino kontrol etmeyi seviyor.
Olayları sıraya koyuyor, detaylarıyla birlikte açıklıyor bazen.
"Önce kitap okuyalım, sonra ilaç içelim, sonra pijama giyelim, sohbet edelim, masaj yapalım ve uyuyalım"
"Ama ben bugün uyumak istemiyorum" diye de ekliyor genelde :)
Uyku ile arası hep mesafeliydi.
Bana hep az uyuyor gibi geliyor.
Ama ona yetiyor olmalı ki sabah 7 dedi mi enerji bombası şeklinde uyanıyor :)
Daha önceden gelmediyse hemen yanıma geliyor:
"Anne uyan da sevinip coşalım" :)
Sevinip coşmak, güzel mırıldamalar eşliğinde birbirimize gülümsemek, öpüşmek ve koklaşmak anlamına geliyor.
Çoğu zaman uykulu olduğum için Bambino uyanmamı bekliyor yatakta. Tabi beni uyandırmaya çalışmayı da ihmal etmiyor. 5-10 dakika içinde ben de uyanıp sevinip coşma ritüeline katılıyorum :)
Sonrasında da kalkıp önce banyo sonra da mutfağa gidiyoruz, sabah rutini :)

Hafta ici öğlene kadar okulda, tabi iki haftadır sömestr tatili nedeniyle okul yok. 
Okul sonrası eve gelip yemek yiyor, uyuyacaksa biraz oyun sonrası uyuyor, uyumayacaksa ya oyun oynuyor ya da küçük çaplı gezmelere gidiliyor bakıcı teyzesi ile. Genelde komşu ziyaretleri yapılıyor. Tabi hava güzelse mutlaka parka çıkılıyor, hatta o kısım okul dönüşü bile olabiliyor. Eğer uygunlarsa, okula gitmeden önceki park arkadaşlarıyla buluşuluyor, birlikte eski günlerdeki gibi oyunlar oynuyorlar. Bu her zaman olmuyor çünkü çoğu tam gün kreşe başlamış durumda.

Haftasonu ise 11'e kadar evde vakit geçiriyoruz birlikte. Bazen de 10'da kitapçıya gidip 11-11:30'a kadar kitaplara bakıyoruz ve genelde en az bir kitap alıp çıkıyoruz mekandan. 11-11:30 arası Bambinoyu babası devralıyor. Önce jimnastiğe gidiliyor. Oradan çıkınca da rutin olarak birkaç yemek mekanından birine gidiyorlar. Genelde Gölbaşında cağ kebabı yapan Burhan Usta'ya ya da yine Gölbaşında Karadenizli bir aile tarafından işletilen bir Karadeniz lokantasına gidiyorlar. Cumartesi birine, Pazar günü birine :) Yemek sonrası hava durumuna göre takılıyorlar. Hava güzelse dışarıda park ya da bisiklet turu yapıyorlar. Hava kötü ise uçak izlemeye havaalanı yoluna (hiç üşenmiyorlar walla!) ya da tren izlemeye gara gidiyorlar. Evle ilgili alışveriş var ise bazen birlikte onu hallediyorlar. Hava güzelken pazar alışverişi yapmak çok keyifli oluyor mesela :) Bambino kostümlerden çok korktuğu için palyaço ya da maskot olan herhangi bir yere gitmeyi reddediyor. Biz de AVM'lere gitmeyi zaten sevmediğimiz için hiç sorun olmuyor bu durum. Bir tek arada bir tiyatroya götürebilsek keşke diyorum ama onu da eskisi gibi demiyorum. Büyüyünce bu korkusu geçince gideriz inşallah. 

Akşama doğru hem kojonun hem Bambinonun pili bitmiş oluyor :) O zaman ben devreye giriyorum. Bazen Bambino arabada yarım saat kadar kestiriyor, bazen de hiç uyumuyor. Eve gelince birlikte oyunlar oynuyoruz. Bazı akşamlar banyo yaptırıyoruz, banyo öncesi suyla ve oyuncaklarıyla oynamak istiyor, biraz da öyle vakit geçiriyor. Bazen birlikte yemek yapıyoruz ya da ev işi (çamaşır asmaca, bulaşık makinesi boşaltmaca, el süpürgesi çalıştırmaca gibi). Sonra da uyku düzenine geçiyoruz. Öğlenleri uyumadığı günler 8:30 gibi yatıyor, uyuduğu günler 9:30'u buluyor yatağa girmesi. Tabi yattıktan sonra tekrar kalktığı çok oluyor, özellikle son haftalarda. O zaman kendi kendine odasında oynuyor, biz de sessizce odasında ya da başka bir odada bekliyoruz; "Tamam, şimdi uykum geldi, hadi uyuyalım" diyerek yanımıza gelene kadar :))

Gece genelde belli bir saatten sonra yanıma geliyor, bizim yatakta uykuya devam ediyor. Bir ara bu konuda sınır koymaya çalıştık ama beceremedik. Kojo da "Daha kaç yıl bunu yapabiliriz ki, bırakalım gelsin" diyerek yelkenleri suya indirince benim de duyusal yanım hemen kabul etti :)

Bambinonun günlük düzeni şimdilik böyle.
Tabi bu yazdıklarım kimseyle buluşmadığımız zamanların düzeni.
Arkadaş ya da akraba ziyareti yapılacaksa düzen ona göre uyarlanıyor :)
Bambina geldikten sonra neler değişecek hep birlikte yaşayıp göreceğiz :)

Bu arada anasınıfından karnesi geldi, onu da buraya not düşeyim. Bambinonun gittiği anasınıfında normalde 5 ve 6 yaşında çocuklar var. Bizimki küçük kalıyor onların yanında, en azından fiziksel olarak. Ancak "gelişim raporu" denilen karnesinde yazdığına göre Bambinonun sosyal, zihinsel ve kendini ifade etme seviyesi yaşından epey ileriymiş. Öğretmeni bir üst seviyede yapılacak çalışmalarla Bambinonun desteklenmesini önermiş. Bununla tam olarak ne kast ediliyor bilmiyorum aslında. Öğretmenleri ona "Ayaklı Kütüphane" diyorlarmış :) Yaşının üzerinde olgunluk gösterdiğini de söylemişlerdi birkaç kere. Bambino bilgiyi seviyor. Öğrendikçe kendini daha güvende ve yeterli hissediyor. Sağolsun eve giren Me.ra.klı Min.ik ve yeni almaya başladığımız Bil.im Ço.cuk da öğrenme isteğini hep kamçılıyor. Deneyimlemek istiyor herşeyi, bu onun öğrenme yolu. Sadece dinleyerek öğrenmiyor yani. Biliyorum bizim klasik eğitim sistemine biraz ters :( Benim düşüncem ise bilginin her zaman tamamlanabileceği yönünde. Bilgiden ziyade beceri geliştirmek daha ön planda Bambinonun yaşı için. El becerisi, vücut hareketliliği, kendi kendine yetebilme gibi şeyleri öğrensin diyorum. Ben diyorum da sonuçta herşey çocukta bitiyor. Biz sadece ortam hazırlayıp teşvik etmeye çalışıyoruz nihayetinde. Zamanı gelmişse o zaten cevap veriyor duruma.

"Anne, rüyamda senin iş arkadaşlarını gördüm, beni işe götürüp onlarla tanıştırıyormuşsun. Ama gerçekte onlarla hiç tanışmadığım için rüyamda gördüklerim gerçekte de iş arkadaşların mı bilemiyorum."
Aynen bunu söyledi geçen gün :)

Viewing all 284 articles
Browse latest View live