Quantcast
Channel: Benden ve Bizden
Viewing all 284 articles
Browse latest View live

Mor Gabriel (Deyrulumur) Manastırı - Midyat - Mardin

$
0
0




Süryanilerin anayurdu olarak bilinen Mardin’in Midyat ilçesindeki Turabdin bölgesinde bulunan Mor Gabriel Manastırı  1600 yıllık tarihiyle en eski birkaç manastırdan biridir. 397 yılında Mor Şmuel ve Mor Şemun tarafından kurulan Manastır, Roma imparatorlarının bağışları ve katkılarıyla yüzyıllar içerisinde gelişmiştir.

Manastırın 5.ve 6.yüzyıldan kalan eşsiz yapıları, Bizans dönemi mozaikleri, kubbeleri,kapılarıyla büyük bir tarihi öneme sahip olan manastır Midyat kesme taşlarından yapılmıştır. Kilise tarafından ikinci Kudüs olarak kabul edilen Manastır, tarihi süreç içerisinde farklı isimlerle anıldı. İlk dönemlerde kurucularının isimleri ile anılan manastır sonraki yüzyıllarda rahiplerin meskeni anlamına gelen ve Süryanicede Dayro d’Umro isminden üretilen  Deyr-el-Umur veya bunun Türkçeye uyarlanmasıyla oluşturulan Deyrulumur ismiyle anıldı. Bugün de kullanılan Mor Gabriel ismi ise 7.yyda yaşamış ve azizlik mertebesine yükleşmiş, yönetimi ile manastırın gelişmesinde büyük rol oynayan Turabdin Metropoliti Mor Gabriel’den gelmektedir.




Manastır kendi içinde birkaç kısımdan oluşmaktadır. Manastırın en gözde eseri ana kilise olarak da kullanılan ve Büyük Kilise olarak adlandırılan yapıdır. Mor Şmuel ve Mor Şemun tarafından 397 yılında temleri atılan Ana kilisenin yapımına Bizans imparatoru I.Aanstasius yaptığı bağışlarla katkıda bulunmuştu.

Manastırın en güzel ve dikkat çekici yapılarından biri de Theodora Kubbesidir. Yapımında taş ve tuğla kullanılan Theodora Kubbesi büyüleyici bir güzelliğe sahiptir.
Manastırın güneybatı ucunda bulunan Meryemana Kilisesi de İmparator II.Teodosius’un Manastıra yaptığı bağışlarla yapılmıştır.


Manastırdaki Azizlerinden birinin mezarı. Toprakla dolu olan kısım kutsal sayılıyor ve ziyaretçiler tarafından şifa amaçlı olarak alınıyormuş.
Manastırdaki bir diğer yapı Azizler Evi’dir. Değişik dönemlerde hayatını kaybetmiş azizler buradaki 15 adet nişin içine konan mezarlara gömülmüştür.  Bölgedeki anıt mezarların en büyüklerindendir.  
Hristiyan dünyası için büyük bir öneme sahip olan Manastır aynı zamanda 1600 yılı aşan tarihi boyunca Süryani kilisenin ilim merkeziydi. Manastır okulundan çok sayıda patrik, metropolit, rahip, papaz yetişti. Manastır okulunun kütüphanesi de bölgenin en önemli kütüphanelerinden biriydi.Çok sayıda el yazması kitabın bulunduğu kütüphane ne yazık ki tarihi süreç içerisinde yaşanan savaşlardan yağmalardan dolayı günümüze ulaşmadı.


Bugün de Süryani kilisenin en önemli merkezlerinden biri olan Manastır Hz.İsa’nın konuştuğu dil olan Aramice’nin bir diyalektiği kabul edilen Süryanice ile duanın, ibadetin genç kuşaklara öğretildiği en etkin merkezlerden biri konumundadır.

Kişisel olarak çok etkileyici bir deneyimdi bu manastır ziyareti. Hatta Deyrülzafaran'dan daha çok sevdim ve etkilendim diyebilirim. Yine gönüllü bir rehber öğrenci eşliğinde gezdik manastırı. Çok detaylı ve güzel bir bilgilendirme turu oldu. İbadet edilen yerlerin enerjisi beni hep çekmiştir. Buradaki manevi atmosfer de çok yoğun ve tertemizdi. İbadetin her türlüsü güzel, her türlüsü şifa ve huzur verici. Ortamın temizliği, gençlerin bilgisi, ahlakı ve edebi gerçekten çok çok güzeldi. Yaradan'a giden her farklı yol bir renk. Bu renklerin korunmasını ve yaşamasını diliyorum.

Manastırın kendi Internet sitesi için tıklayın.

Kaynak: http://www.dunyabulteni.net/haber/276267/deyrulumur-manastiri-ve-tarihcesi


Midyat - Hasankeyf Arası Yol Manzaraları

$
0
0


Yolculuğun belki de en güzel kısmı "yol" da olmak.
Hele arabayla gidiyorsanız, istediğiniz yerde mola verip tekrar devam etme şansınız var ise.
Midyat'tan Hasankeyf'e doğru ilerlerken hiç ummadığımız bir doğa ile karşılaştık.
Mayıs ayından da kaynaklanan bol yeşillikli manzaralar bizi çok kez mola vermeye zorladı.
Akşam Batman'dan kalkacak uçağa yetişmek zorunda olmasak daha da çok kalırdık herhalde.
Verimli ovalar, çok yüksek olmayan tepeler, dümdüz bir arazi yapısında aniden tepeye tırmanmaya başlayan yol.
Tepelerin arasından çıkıveren köyler. Tek katlı, tipik Anadolu evleri.
Böyle yerlerde apartman gördüğümde öyle üzülüyorum ki.



Apartman insan doğasına kesinlikle aykırı bir yapıdır.
Bize en uygun yerleşke şekli bahçeli ve mümkünse tek katlı evlerdir, hadi olsun olsun iki katlı olsun.
Öyle 3-4 katlı villalar bile doğadan kopma ve gizli bir kibir hali vermeye başlar insana.
Tabi bahsettiğim evler süper lüks olanlar.
Yoksa mesela Karadeniz'in ya da İç Anadolu'nun iki ya da üç katlı evleri oldukça mütevazidir.
Şu aralar dev bir şantiye görünümündeki mahallemden kaçasım var, denk geldi :)
Hele 8 şeritlik dev bir otobana dönmüş ve yaya geçidi, trafik ışığı ve kaldırım gibi kavramların bulunmadığı bir ana caddeye sahip bir mahalledeyken kaçma planları yapmak bana iyi geliyor.
"Şimdi buradan gidilir mi, bak nasıl da değerleniyor evlerimiz?"
"Birkaç seneye kiralar 2 katına çıkar kesin!"
gibi sözler bana öyle boş geliyor ki.
Benim huzurum, can güvenliğim, sakince yaşama durumum yoksa ben ne yapayım değerlenen evi?
Ev değerlenecek diye her gün can pazarına girer gibi kendimi yollara atmam daha mı mantıklı?
Benim değerlerim farklı galiba diğerlerinden.
Zaten oldum olası para işlerinde iyi olamadım hiç.

Nereden nereye geldim? :)
En iyisi sizleri fotolarla baş başa bırakayım.
Keyfini çıkartın :)




Hasankeyf- Batman

$
0
0



Mardin sınırlarından ayrılıp Batman'a geçiyoruz.
Gezimizin Batman Merkez'den önceki son durağı Hasankeyf'e varıyoruz.
Açıkçası beklentilerimizin üzerinde bir kültür ve doğa ile karşılaşmak bizi hem şaşırtıyor hem sevindiriyor.
Yaklaşık 12 bin yıllık bir tarihe sahiplik eden Hasankeyf'i dünya gözüyle görmek, oranın havasını solumak bizi tarifsiz duygulara sürüklüyor.
Diğer taraftan yaklaşık 1 yıl içinde bu güzelliklerin ve daha da önemlisi tarihin sular altında kalacağını bilmek insanlık adına derin bir üzüntü duymamıza neden oluyor..



Hasankeyf acaba bir Avrupa şehrinde olsaydı Ilısu Barajı projesini yine de yaparlar mıydı?
Düşünün ki İngiltere'deki Stonehedge'i sular altında bırakacak bir enerji projesi planlanıyor. İngiltere'nin bu projeden elde edilecek enerjiye çok ama çok ihtiyacı olduğu söyleniyor hükümet tarafından. Binlerce yıllık tarihi bu kadar kolay silip atabilirler mi acaba? Yoksa ne yapıp edip projeyi iptal eder ve alternatif enerji planları mı yaparlar? İngilizlerin tarih ve kültürlerine ne kadar duyarlı olduklarını hatırlıyorum. Yaşadıkları yüzlerce yıllık evleriyle bile öyle gurur duyuyorlar ki. Evlerine gittiğinizde 1920'lerden kalma salon kapılarını ya da duvardaki vitrayları gururla gösteriyorlar. 

Biz ise topraktan kaç metre yüksekte bir ev sahibi olduğumuz ve evimizdeki alt ve üst yapının ne kadar modern ve son teknoloji ürünü olduğu ile gurur duyuyoruz. Gelenlere bilmem kaçıncı kattaki manzaramızı gösteriyoruz. 

Anlayış farklı, kültür farklı...



Hasankeyf'in büyüsü Dicle Nehri'nin yamacındaki bir tepeye kireçtaşlarının oyulması ile oluşturulan mağaralardabinlerce yıldır yaşantının devam etmesi.. Artuklular, Persler, Romalılar, Eyyübiler gibi devletlerin aynı topraklarda yaşayıp kültürlerini bırakmış olmaları. Korunamayarak yıkılmış olan Romalılardan kalma köprünün Dicle Nehri'ndeki muhteşem ayakları. Ve Dicle'nin hiç umulmayan mavilikteki rengi ile tezat oluşturan Hasankeyf yapılarının göz alıcı manzarası.

Diyorum ya, hiç beklemiyorduk bu denli büyüleneceğimizi. 

Nehrin kenarında yeme-içme yerleri var, nehre karşı yemek yiyebilirsiniz. 
Nehrin kenarına inip vaktiniz varsa balık tutabilir ya da kıyıdaki taşları suya atıp çıkan sesleri dinleyebilirsiniz. 
Merkezdeki dükkanları gezebilir, turistik hediyelik eşyalar alabilirsiniz.
Ben her zamanki gibi magnet aldım :)



Yalnız Dicle'nin üzerine yapılan ve tek ulaşım yolu olan köprü oldukça yüksek. Biz geçerken ürkmedik desem yalan olur. Dar bir kaldırım ve 2 şeritlik araba yolundan oluşan köprüde trafik yavaş akıyor. Yayalar birbirlerine yol vermek için yola inmek zorunda kalıyorlar, biraz tehlikeli.

İstemeyerek ayrılıyoruz Hasankeyf'ten. Hoşçakal diyemiyoruz, bu bir veda çünkü, biliyoruz :(

Hasankeyf'în ve Ilısu Barajı'nın son durumu ile ilgili bulduğum haberi burada paylaşıyorum. Son durum nedir diye merak edenler için.. 7 Temmuz 2014 tarihli haber:



 Hasankeyf Gün Sayıyor 

"Dicle nehri üzerine kurulan Ilısu Barajı antik bir kentin sonu olacak. Hasankeyf yaklaşık bir yıl sonra sular altına gömülecek.

Burada her taştan tarih akıyor. Arkeolog Necdet Talayhan Dicle Nehri’ndeki tüm kazılarda yer aldı. Tüm bu tarihi eserlerin yakında sular altında kalacak olmasını kavramakta zorlanıyor.

“Dicle nehrine bakalım. Nehrin sol tarafındaki saray kalıntısının odaları var. Yine medrese kalıntısıyla yan yanayız. Roma Duvarı’na doğru gidiyoruz. Dicle nehrini göreceğiz. Çoğunun alt kısmında Roma dönemine ait mezarları olan iki tane büyük yapının içinde kilise olan mekânlarımız var. Dedelerinin kültürlerinin yok oluşunu görüyor. Bu da insanın geçmişle bütün bağının kopması anlamına geliyor ve bir gelecek göremiyor.”

Kireçtaşından evler
Binlerce yıl insanlar, Dicle’nin tepelerindeki kireçtaşı evlerinde yaşadılar.
Hasankeyf sakinleri günümüzdeyse daha alçaktaki beton binalarda yaşıyor.
Ve yakında buralarda yaşamak zorunda kalacaklar; bölgenin dışındaki apartmanlarda…
Hasankeyf’in yaklaşık bir yıl içinde sular altında kalacağı tahmin ediliyor. Devasa bir baraj gölü vadiyi sular altına gömecek…

Türk hükümeti, barajla Hasankeyf’in yaşam standardını artırmayı vaat ediyor. Özellikle de çocuklar için daha iyi bir gelecek sağlayacağı belirtiliyor. Yerel yöneticiler ülkenin doğusunun acilen enerjiye ihtiyacı olduğunu söylüyor…

Hasankeyf kaymakamı Temel Ayça, bölgede balıkçılığı geliştireceklerini ayrıca tekne turlarıyla turizmin canlandırılmasının planlandığını kaydediyor.





Hükümet, 13. yüzyıldan kalma bu cami gibi birçok turistik yeri ise öncesinde bir sergi alanına nakletmeyi planlıyor. Arkeolog Necdet Talayhan için bu çok saçma;

“Hem doğunun hem batının çok güzel yansıtıldığı bir süsleme tekniği. Türkiye’de başka bir camide daha var. Maalesef burası su altında kaldığı zaman bu güzel süsleme de yok oluyor.”

Hafta sonu turist akını
Hasankeyf’in pek yakında artık var olmayacağının bilinmesinden bu yana kente daha fazla turist geliyor. Bu da sadece hayvancılıkla geçinen yerliler için ek gelir anlamına geliyor…

Fırıncı Mevlüt Güzel de hafta sonları gelen ziyaretçiler nedeniyle iki kat fazla ekmek pişiriyor. Ancak bu onu memnun etmiyor. Çünkü sular gelince sadece evinden değil, fırınından olacağını da biliyor…
“Bu toprağa alışmışız. Buradan büyük şehirlere yerleşirsek kaybolup gideriz. Biz alışkın değiliz.”

100 kilometre uzaklıktaki baraj inşaatında hummalı bir çalışma sürüyor. Yarıdan fazlası tamamlanmış durumda. Ülke içi ve dışında proje protesto ediliyor. Almanya’nın da bulunduğu yatırımcılar, geri çekildiler. Hükümet ise projeyi tek başına bitirmeye kararlı.

Bölgede herkes baraja karşı değil. Kent sakinleri bölünmüş durumda. Kimileri protestolara destek verirken, kimileri hükümetin daha fazla refah ve istihdam sözüne bel bağlamış durumda.

Projeyi eleştirenler, farklı bölgelerdeki kireç taşı mağaralarının turistlere kiralandığını ancak Hasankeyf’te ise sular altına gömüleceklerini söylüyor. Mağarada yaşayan son kişiler de yazdan sonra taşınmak zorunda…

Bambino 46 Aylık

$
0
0
 
3 yaş 11. aya girdi Bambino.
2 ay sonra 4 yaşına giriyor.
Ne kadar büyük geliyor yazınca. Koskoca 4 yıl bitiyor Bambino Dünyaya geleli.

Son ay içerisinde Bambino yine büyüdü, yine büyüdü :)

Öne çıkan özellikleri:

Kibarlığı: Yemek yerken, oynarken, giyinirken kibarca sorup izin istemesi.

Öpmesi: Öpmeyi çok sevdiğini söyleyerek başta ben ve kojo olmak üzere sevdiği herkesi öpmesi. Hem de sadece yanaktan değil, göz, el, kol, omuz, bazen bacak bile öpüyor :)

Kontrol güdüsü:Çevresinde olup biten herşeyi kontrol edince rahat hisseden bir karakteri var Bambinonun. Bir anne olarak bile bana fazla geliyor bazen kontrolcülüğü.

"Baba, yokuş yukarı giderken araba kaymasın diye sana uyarı veriyorum!"
"Oğlum, o babanın görevi, sen rahat otur koltuğunda. Hem yeni arabalar yokuşta geriye kaçırmaz. Baba çok güvenli sürüyor. Sen keyfine bak."
Yokuşta arabanın kayması teyzesi ile aramızda geçen bir konuşmadan kaydedilmiş Bambinonun hafızasına.
Böyle kayıtlı neler var neler, arada bir pörtlüyor da dert edindiğini anlıyorum..

Çevresindekilere göz kulak olması, onları güvende tutma isteği: Herkesin iyi ve güvende olmasını sağlama ve herkesin kurallara uygun davrandığından emin olmak isteme.

"Anne, tek başına asansöre gitti kardeş, koş!" 
"Oğlum, kardeşin anne ve babası ona bakar, hem belki orada bekliyordur sadece."

"Kasksız motorsiklet kullanıyor amca, çok yanlış"
"Emniyet kemerini taksın herkeeeees" - Arabaya oturduğu ilk saniye bunu söyler.
"Kırmızı ışık yandı baba, dur"

İnatçılığı: İstediği birşeyi hiç unutmadan, oldurana kadar istemek. Bu özelliği ile baş etmenin tek yolu ikna etmek. İkna edilirse fikrini değiştirebiliyor. İkna olmazsa aynen devam.

Uyku ve diş fırçalamayı sevmemek: Uyumayı olabildiğince ertelemeye çalışıyor. Yatma hazırlıkları 9'da başlıyor, 10'da yatağa giriyorsa bizim için başarı :)

Denizi sevmek: Geçen sene denize hiç sokamamıştık, bu sene denizin tadını aldı Bambino. Denizi sevdi, çok şükür. 

Ankara = İş = Gitmek istemediği şehir : Elinden geldiğince uzak durmak istediği bir yer oluyor Ankara, özellikle tatil dönüşlerinde. Bayram için 4 günlüğüne İzmir'e gitmiştik, dönüşte yol boyu "Dönmeyelim, gitmek istemiyorum" diyerek sızlandı. Eve geldiğimizde arabadan indirmek için yarım saat konuşmak zorunda kaldık :) Bizim oğlan anne ve babasının tam zamanlı çalışıyor olmasına hiç alışamadı, alışamayacak galiba :(

Goodbye Robin Williams - Güle Güle Robin Williams

$
0
0


En sevdiğim aktörlerdendi.
Sanki aktör olmak için doğmuş gibi gelirdi bana hep.
Her rolünün hakkını verir, keyifle izlerdik kendisini.
Çocukluğumun değilse de, gençliğimin bir sembolü daha gitti.
"Goooooodmorning Vietnaaam" sözlerini hiç unutmayacağım.
Mrs. Doubtfire rolünde harika bir kadın olmuştu.
Ölü Ozanlar Derneği müthiş etkiler bıraktı bende.
Gülünce gözlerinin içi gülerdi, hayat verirdi insana.
Güle güle Robin Williams.
Yaşattıkların, hissettirdiklerin için teşekkürler.
Huzur içinde yat...

Yaşadığın An

$
0
0
İnsan yaşadığı anı biliyor sadece.
Yaşadığı anı hissedebiliyor, gerisi sadece zihnin hatırlayabildikleri, hatırlamak istediklerinden ibaret.
Hatırlananların ne kadarı gerçek, ne kadarı değiştirilmiş veriler, orası da muamma her zaman.

Geçen hafta kısa bir tatil yaptık ailecek, İzmir'de.
Geçen seneye göre Bambino ile çok daha uyumlu ve güzel bir tatil oldu.
Birlikte günümüzü planlıyor, birbirimizi dinliyor (çoğunlukla) ve sakin bir şekilde uzun bir süre kalabiliyorduk.
Tabi Bambino hala benimle yapışık yaşamak istiyor, orası ayrı :)
Gözümün kapanmasına, denize yalnız girmeme hala dayanamıyor, hemen basıyor yaygarayı.
Onun yanında uyumam onu bırakıp gitmemle aynı anlamda.
Ya da gözünün önünden ayrılmam.
Çoğu zaman tolere edebildim isteklerini, bazen de kojo devreye girdi.
Arabayla İzmir'e götürüp vapura bindirdi, babannesine götürüp yemek yedirdi.
Ben de kendi başıma kalıp kafamı dinledim.
Arada bağırış çağırışlar, inatlaşmalar, krizler oldu tabi ki ama dedim ya, geçen seneye göre epey ilerleme var.
Çok şükür.

Kısa ama iyi gelen bir tatilden sonra dönüş yoluna düştük.
Yol çok uzun geldi bana.
Ankara neden her türlü denize uzak bir yerde ki?
İsyanım var bu noktaya..
Sonra eve geldik.
Bütün çantalar boşaldı, çamaşır makinesi başladı çalışmaya.
Ve tam 3 gün boyunca çalıştı kendisi :)
Makineden çıkanları asacak yer bulamayınca ara verip tekrar çalıştırmam gerekti.
Bu da süreci uzattı da uzattı.
Sonra baktım ütüler birikmiş dağ gibi, temizlik için gelen kadın sadece ütü yapsa ancak bitirecek.
Dün akşamı ütü yaparak geçirdim.
Belim ağrıyana kadar ütü yaptım.
Kojo da Bambinoyu uçurtma uçurmaya götürdü neyseki, yoksa mümkün mü ütü yapabilmek?!

Dedim ya, insan yaşadığı anı biliyor.
Deniz kenarındaki günler öyle uzak geliyor ki şimdi.
Yıllar önce yaşanmış gibi.
Sadece şu an var, "eternal present" / "ölümsüz şimdi" denilen an.
Gerisi boş, yalan gibi.

Bu hafta bakıcımız da yok, oğlanı aile içinde paslaşıyoruz :)
Biraz işe gidiyorum, biraz Bambinoya bakıyorum, biraz ev işi yapıyorum.
Hayatımdaki her rolden biraz biraz oynuyorum bu ara.
Allah güç kuvvet ve sabır versin, bir şekilde halloluyor herşey.
Evde kaldığım zamanlarda mahalledeki kreşleri gezdik Bambino ile.
Bir tane kalmış gezmediğimiz, onun da yerini bilmiyorum henüz.
Ekim ayında Bambinoyu yarım gün başlatmak niyetindeyim.
Gezdiğim yerlerin hepsini kötüleyecek bir çok şey bulabiliyorum.
Bana temel olarak ters geliyor zaten kreş ve okul mantığı.
Biz çalışıyorken çocukların oyalanması için geliştirilen yerler sonuçta.
Bazıları proje çocuk modelinde yaklaşıyor olaya, hemen geriliyorum.
Bazıları düzen bile kuramamış kendi içlerinde, kaotik bir yer havasında.
Bazıları çok küçük, bahçeyi neredeyse hiç kullanmıyor.
Böyle uzayıp gidiyor liste.
Kötünün iyisini seçeceğim mecburen.
Maksat Bambino bir topluluk içine dahil olsun, ne nasıl yapılıyor gözlemlesin.
Ders öğrenmesi gibi bir kaygım yok.
Zamanı gelince herşeyi öğrendiğini yaklaşık 4 senedir kanıtlıyor bana.
Oyun oynasın, iletişim kursun, kendini fark etsin.
Bakalım zaman neyi gösterecek.

Şimdi, şimdiyi yaşama zamanı :))

+1

$
0
0
Ocak 2013'te bir yazı yamzışım, "İkinci Çocuğun Vakti Geldi mi?" diye.
Bambinoya bir kardeş istediğimden, aralarının 2-2,5 yaş olmasını istediğimden ama düşük yaptığımdan bahsetmişim.
Kısmet değilmiş, zamanı henüz gelmemiş demişim.

Sonra 2013 yılının ilk aylarında bir düşük deneyimi daha yaşadım.
Şubat-Mart aylarında.
5. haftadayken tutunamadan gitti o bebek de.
Tabi doktorlar ve testler "Adetin gecikmiş sadece, hamile değilmişsin" dediler.
Ama ben biliyordum, ilk günden beri biliyordum.
Hamileydim ama bebek tutunamadı ve gitti.
Kısmet değilmiş, henüz zamanı gelmemiş dedim.

Sonra Ağustos 2013'te İzmir tatilinden döndüğümüz gün (biz Bambino ile uçakla dönmüş ve yarım günde eve varmıştık) bir aydınlanma yaşadım.
Tatildeki Jack'e benzeyen çocuk ve 3 kişilik aileler ilham vermişti bana.
"Evet ya", dedim, "Tek çocuk gayet yeterli. İkinci çocuk için geçerli bir sebebim yok benim. Bunun farkına varıyorum. İkinci çocuk isteği bencillik sadece. Anne oldum, anneliği tattım. Tekrar benzer bir deneyim yaşamak için bencillik dışında bir sebep göremiyorum."
O ana kadar içimde olan ikinci çocuk "isteği/hırsı/baskısı" bir anda bulut olup uçtu gitti sanki.
Bir hafifledim bir hafifledim, anlatamam.
Rahatladım, hem de çok.
Üzerimde kendi kendime yaptığım baskı kalktı.
Bambinoya baktım, sarıldım, öptüm, kokladım, bolca şükrettim.
Tövbe ettim, af diledim.
Müthiş bir zamandı kısacık ömrüm için.

O günden sonra bir daha ikinci çocuk denemesi yapmadık.
Hatta kojo öncesinde bile istemiyordu; ben ikinciyi çok isterken bile "Bak, bir tanesine maddi ve manevi ancak yeteriz. İkinciye hiç gerek yok" diyordu.
Onun dediği noktaya gelmiştim.
Bu konuda ortak karara varmış, konuyu ebediyen kapatmıştık.

Bambino ile 3 kişilik hayatımızdan çok mutluyduk.
Daha fazlasını istemiyorduk, ihtiyacımız yoktu.
Varımızı yoğumuzu Bambinoya harcayacaktık.
Yurtdışında okutacak, hatta ona oralardan ev bile alacaktık.
Tüm imkanları onun için seferber edecektik.

Günler geçti, Bambino tüm hızıyla büyümeye devam etti.
Bambino büyüdükçe etraftan, eşten dosttan "Ee, ikinciyi ne zaman düşünüyorsunuz?" diye sorular artmaya başladı.
Bazılarına uzun uzun istemediğimizi anlattım.
Bazılarına "kısmet" diyerek cevap verdim.
Anneme çemkirdim hatta..
Bu arada işyerinde, çevremde hamilelik haberleri gelmeye devam ediyordu.
Gelen haberlere çok mutlu oldum, doğum haberine kim sevinmez? Ama bir defasında bile içimden "Ah keşke" demedim.
Kararımızı vermiştik biz, tek çocuk bizim için yeterliydi.

Biz Bambino-ben-kojo üçlüsü bu şekilde yaşayaduralım, ilahi plan bizim için planlarını çoktan yapmıştı bile. Sadece zamanını bekliyordu.
Hayatımızın en büyük derslerini almak üzereydik. Nereden bilelim?

2012 ekim ayında Amsterdam'da iken yazdığım mektuplar ve dilekler iptal edilmemişti. Tam tersi yürürlüğe konmuştu.

2014 yılı Mayıs ayının 3'ü son adet tarihim oldu.
19 Mayıs tatili bizim üç kişilik son tatilimizdi.

Plansız, programsız, istemsiz, bildiğin kaza dediğimiz şekilde hamile kaldım.
Anında takvim hesabına başladım.
Kojoya "Korkacak birşey yok, yumurtlama tarihim geçeli çok olmuş!"
Öyle emindim ki kendimden. İmkanı yoktu hamile olmamın.
Adet tarihlerimi çok yakından takip ederim çünkü.
Düzenliyimdir.
Ben öyle deyince kojo da rahatladı, çok durmadık üzerinde, konu kapandı.

Haziran ayı geldi, benim tarih geçti.
Yakın arkadaşımla telefonda konuşurken anlattım durumu, ama geyiğe vuruyorum devamlı, mümkün değil çünkü bana göre.
"Ertesi günü hapı aldın mı?" dedi.
"Yoo, o ne ki?" dedim.
"Gebelik riski için ilişkiden sonraki gün aldığın bir hap, hamile kalmanı önlüyor. Ama ertesi gün alman lazım."
"Yok almadım, ilk defa duyuyorum bunu, hem gerek olacağını sanmıyorum."
"Sen bilirsin, haftaya test yaparsan haber ver."
"Tamamdır."

Haziranın ilk haftası yaptım testi.
Sonuç anında çift çizgi.
İkinci çizgi incecik ama görünüyor sonuçta.
Hamileyim!!!!
!!!!!

Eee, ne olacak şimdi?
Kojonun deyimiyle "Hayallerimizin içine mi ettik, n'oldu?"
Çok erken öğrendiğimiz için önümüzde alternatifler var.
İstemiyorsak devam etmeme seçeneğimiz var.
Her ne kadar böyle bir şeye olumlu bakmasam da insanın başına gelince farklı oluyormuş, kimse ayıplamasın, kınamasın.
Herşey insanlar için.

Ceninin kalbinin 6. haftada atmaya başladığını biliyordum.
Bu durumda karar vermek için kendime 2 hafta süre verdim.
Kalbi atmaya başladıktan sonra istesem de razı olamazdım.
2 hafta gel-gitler yaşadık kojoyla. Genelde "git" ler..
Tartıştık, birbirimizi suçladık, ağlaştık, birbirimizi yedik, uzaklaştık, geldik-gittik.
Bambinonun yanında şifreli olarak devam ettik, hiç ara vermeden.

Mükemmeliyetçi kişiliğimi Bambino doğduktan sonra törpülemiştim.
Sabır katsayım yine Bambinonun doğumuyla hızla yükselmişti.
Ama kontrolcü tarafım aynen duruyormuş.
Hayatımın her alanını kontrol etmek benim için önemliymiş.
Daha doğrusu kontrol ettiğimi sanmak.
"Akışa bıraktım" diyormuşum ama üzerinde kontrol alanı kurabildiğim her küçük ayrıntıyı bile kontrol ve manipüle etmekten geri kalmıyormuşum.
"Anı yaşıyorum" diyormuşum ama uzun vadeli planlara gömülüp kalmışım.
Hayatta hiçbir şeyi kontrol edemediğimi bu olay başıma gelene kadar anlamamışım.
Öyle bir hayat dersi oldu ki bu bana.

10 Haziran'da doktor bir arkadaşım ile bilinçaltı uygulamaları için biraraya geldik.
Kısa adı PiKi olan PsikoKinesiyoloji konusunda Türkiye'nin en iyilerinden biridir kendisi.
Bilinçaltına sorular sorarak kişinin duygusal, ruhsal ve fiziksel durumu hakkında bilinçaltından cevaplar almak ve alınan cevaplara göre kişinin bilinçaltı kodlarını değiştirmek, genel olarak.
Arkadaşım sordu, bilinçaltım cevap verdi.
Ben hiç konuşmadım, müdahale etmedim.

Ne zamandır yaptırmak istediğim bu seans o zamana kısmet oldu.
Çıkan sonuçlara göre bilinçaltıma yeni kodlar yerleştirildi.
Yani bilinçaltımdaki negatif duygu ve düşünceler silindi, onların yerine olumlu yeni duygu ve düşünceler yerleştirildi.
Seansın etkilerini kısa vadede görmeye başlasam da 2 ay sonra tam etkilerini göreceğimi söyledi arkadaşım.

O seanstan sonra nöralterapi için gittiğim doktorum ile de birkaç seans çalıştım.
Farklı konularda o da PiKi uyguladı bana.
Bilinçaltım bebeğin cinsiyetini bile söyledi.
Müthiş bilgiler geldi onun dışında da.
Neler neler.

O süreçten sonra ben duruldum.
Hayatta hiçbir şeyi kontrol edemediğimi yaşayarak fark ettim.
Hiçbir şey üzerinde kontrolüm yok.
Hayatı akışına bırakmalı ve geleni sevgiyle kabul etmeliyim.
"Hayatı akışına bırakıyorum ve geleni sevgiyle kabul ediyorum"
İlahi planda benim için öngörülen herşeyi sevgiyle kucaklıyorum.
Başıma gelen herşeye sonsuz kere şükrediyorum.

Tabi bu noktaya gelmek bir günde olmadı.
Ama niyet ettim.
Hayatın bana öğrettiği belki de en büyük dersi anladım, tüm varlığım ile.
Yavaş yavaş sakinleştim, teslim oldum.
Geleni kabul ettim, onu sevdim, sevgiyle büyütmeye başladım.

İlk PiKi seansını yapan arkadaşımla 23 Ağustos'ta tekrar görüştük.
Bendeki değişikliğe karı-koca inanamadılar.
Bilinçaltımdaki tüm negativiteler silinmiş.
Geri gelmemek üzere.
Bendeki rahatlığı, neşeyi, kabullenişi bizzat gördüler.
"Haziran'daki senden çok farklısın" dediler.

İşte böyle başladı ikinci bebeğimin hikayesi.
Abisi gibi bana yeni ufuklar açtı, daha rahmime düşer düşmez.
Bana öğreteceği herşey için heyecan duyuyorum.
Bebeğimi çok seviyorum ve onu sevgiyle büyütüyorum.

Gelmeye kendi karar verdi bu bebek.
Geleceği zamanı kendi seçti, beni ve babasını kendi seçti.
Onun bir misyonu var, hepimizin olduğu gibi.
Ben sadece ona aracıyım.
O benim emanetim.
Umarım hayatımız boyunca birbirimizden öğrenmeye devam ederiz.
Ben onun rehberi olurum, o benim rehberim olur hep.
Birbirimizi aydınlatarak ilerleriz bu hayat yolunda.

Kojo'yu soracak olursanız, o da zaman içinde kabullenmeye başladı.
Zaten aldırma konusunda hep olumsuzdu.
"Evet, istemeden oldu, planlı olmadı. Ama eğer aldırırsak bu olayı vicdanlarımız asla kabul etmez ve evliliğimiz parçalanır, boşanmaya kadar gideriz." dedi.
Dedi ama en başından beri stres olmayı da sürdürdü kojo.
2 çocuğun masrafı, okulu, gezmesi, yemesi-içmesi...
Babalık sorumlulukları şimdiden kondu omuzlarına.
23 Ağustos'ta PiKi seansı aldı.
Umut ediyorum 2 ay sonra çok daha iyi olacak.
Babaların bebek doğmadan önce bebekle bağ kurmaları zor zaten, ben şahsen kendisinden fazla birşey beklemiyorum şu anda.
Bambinoyu haftasonları ve haftaiçi bazı akşamlar dışarı çıkartıp bana zaman ve mekan tanıması bana yetiyor.

Bambino ise henüz resmi olarak durumu bilmiyor.
Ama ufaktan ufaktan senaryo çalışmalarına başladık.
"Bir kardeşin olsa, şurada otursa ne yaparsın?"
"Küçük bebek başlarda konuşamayacak, sadece ağlayacak"
"Bebek sen ne yaparsan aynısını yapmak isteyecek"
"Seni çok sevecek ve hep yanında olmak isteyecek"
gibi alıştırma çalışmalarımız devam ediyor.

Bambino kısmet olursa gelecek ay kreşe başlayacak.
Yine aynı zamanlarda odası artık sadece kendisine ait olacak şekilde değişecek (Biz hala farklı yataklarda ama aynı odada yatıyoruz; biz kojoyla kendi odamıza geçeceğiz)
Bu değişiklikler olsun, Bambino yeni düzenine alışsın, ondan sonra kardeşini söylemeyi düşünüyorum.
Zaten karnım da yavaş yavaş büyümeye başladı, süreç içinde doğal olarak merak edip kendi de soracaktır.

Bu arada kardeşi kız olursa adı "Belinay" olacak, erkek olursa "Yunus" ya da "Deniz" ya da "Erdal" olacak.

Ha unutmadan, cinsiyetini bugün öğrendim.
Hatta gününü hatırlamak için sıcağı sıcağına yazmaya başladım bu yazıyı.
Bambinoya bir KIZ kardeş geliyor nasipse.

İşte böyle başladı kızımızın hikayesi.
Mutluyum, çok hem de.
Sonsuz kere şükür..

Bambino 47 Aylık

$
0
0
4 yaşını doldurmasına 1 ay kaldı Bambino kuzusunun, tam 4 Eylül'de.
Son ay içinde anne ve babasıyla tatile gitti, onlarla doya doya vakit geçirdi.
Tatilde ne kadar büyümüş olduğunu gösterdi.

Kendi kararlarını kendi veren bir ergen o :)
Hele giyim konusunda neredeyse hiç bize kulak asmıyor.
İç çamaşırından çorabına her türlü kıyafetini kendisi seçiyor.
Tabi ilginç kombinler çıkıyor arada :)
Geçenlerde 35 derece havada yağmur çizmeleriyle dolaştı, hem de tüm gün.
Çorap giymeden giydiği botları görenlerin epey ilgisini çekti :P
Akşamki ayak kokusundan hiç bahsetmeyeyim :)

Son ay içinde malesef oyuncak delisi oldu çıktı.
10 günlük tatilde 10 tane yeni oyuncağı olmuştur muhtemelen.
Babannesi ve babası sağolsun.
İzmir'deki son günümüzde maket uçak ve tren malzemeleri satan bir dükkanda benimle tam 1 saat geçirdi, bir tek oyuncak bile almayacağımı net bir şekilde söyledim kendisine.
Aynı mağazaya yarım saat sonra babasını götürdü ve bir tren seti ile çıktı.
Evdeki belki de 4. set oldu bu!

Neyseki kojo da Ankara'ya dönünce İzmir'de aldığı arabanın aynısını Bambinonun oyuncakları arasında görünce uyandı :P
Doğumgününe kadar yeni oyuncak yok.

Üstüne üstlük evdeki fiziksel düzen tatilden dönünce değişti.
Biz kojoyla kendi odamıza geçtik, eve taşındığımızdan beri 3 yılda ilk ilk defa kendi odamızda uyumaya başladık.
Salondaki oyun alanını Bambinonun odasına taşıdık, dolaplar, masası, sandalyesi ve bütün oyuncakları.
Salon salon haline geldi 3 yıl sonra :)
Gerçi birkaç ay sonra eski haline gelme olasılığı var ama olsun :)
Bu arada ben bizim odayı depo olarak kullanmamız nedeniyle odada biriken eşyaları eleme olayına giriştim. Valizlerin yerleşmesi vs. derken küçük bir detoks yaptım odada.
Bu esnada Bambinoya ait kaldırmış olduğum tüm oyuncaklar ortaya çıktı.

Oldu mu size Bambinoya 4 yıldır alınmış olan oyuncakların biraraya geldiği kaotik bir oyuncak yığını?
Bambino ile yaptığımız konuşmalar fayda etmedi, hiçbirini kaldırmamızı istemedi.
Aksi gibi, biri bile gözünün önünden kaybolsa anlayıveriyor bizim kuzu.
Odasına 1 hafta kadar giremedim, öyle bir dağınıklık.
Herşey her yerde!
Bebeklik çıngıraklarından tut, 4 parçalık yapbozlara kadar, pelüş hayvanlardan bebeklerin oynadığı tak çıkart tarzı oyuncaklara kadar herşey odada.
Odaya girmek, girince nefes almak mümkün değil oyuncak yığınından.

Dün öğleden sonra Bambino hayatında bir ilk yaşadı ve babasıyla sinemaya gitti.
Hem de 3 boyutlu bir film.
Uçaklar: Sönüdr ve Kurtar.
Daha bir hafta önce babasına uçaklarla ilgili bir aktivite kitabı aldırmıştı Bambino.
Aynı uçakları sinemada görünce pek keyiflenmiş, pek mutlu olmuş.
Eve geldiğinde anlata anlata bitiremedi, pek mutluydu.
Bu kadar mutlu olacağını tahmin etmemiştik kojoyla.
Hatta yüksek sesten korkar mı acaba diye düşünmüştük.
Büyümüş bizim oğlan, artık sinema olayına da girdi, bilmem artık sırada ne var :)
 
Normalde filmelerden önce bir sürü reklam olur ya, hani insan film izlemekten bile soğur, gittikleri Pres.tig.e Sinemalarında (Bilkent) sadece gelecek filmlerin tanıtıldığı 2 reklam gösterilmiş ve hemen filme başlanmış.
Bilmiyorum rutin bir uygulama mı yoksa o seansa öyle mi denk geldi ama sinema salonlarında en çok şikayet edilen şeylerden birinin başımıza gelmemesine çok sevindik. Çocukları tüketime sevk etmenin çok etkili yollarından biridir biliyorsunuz, filmlerden önce  gösterilen reklamlar..

Neyse, onlar sinemadayken ben de Bambinonun odasına girip oynamayacağını düşündüğüm oyuncakları bir güzel paketleyip kaldırdım.
Bir kısmı yakında tekrar piyasaya çıkar belki ama en azından o zamana kadar biraz sakin sakin oturalım, değil mi?
Odanın eli yüzü açıldı biraz, kendine geldi.
Hala kaldırılabilir oyuncaklar var ama Bambinonun isyan etmesini önlemek için biraz bekleyeceğim.

Son ay içinde Bambino arkadaşlarından daha sık bahsetmeye başlar oldu.
Sosyalleşme ihtiyacı ve hevesini gözlemledim.
Bu noktada yarım gün kreşe başlaması iyi olacak gibi.
Umarım iyi bir ortam bulur gittiği yerde.

Bambinonun kendini ifade edişi ve sohbet başlatma gibi sosyalleşme özelliği ise beni çoğu zaman memnun etse de, susturulamayan bir çeneye sahip olması özellikle ben yorgun ve uykusuz iken beni yoruyor.
Benden cevap alana kadar "Anne, anne, anne, anne" diye 20 kere seslenmesi, benden cevap gelse bile söyleyeceklerini toparlamak için süre kazanmak amacıyla aynı nakarata bir 20 kere daha devam etmesi beni benden alıyor.

Bir oyun kurup bize roller veriyor ama eğer bir o rolleri ilk seferde anlamazsak feci bir hayalkırıklığına uğruyor, oyunu dağıtıyor, ağlamaya, tepinmeye başlıyor ve "Ben burada yalnız kalacağım, siz evden çıkın gidin" ya da "Sizi çöpe atacağım" diyerek kızgınlığını belli ediyor.
Kaç kere "Oğlum bir kez daha anlat, bu defa anlar ve doğrusunu yaparız" desek de ikna olmuyor ve kendini paralıyor önümüzde.
Bu yönünün kreşte törpüleneceğini ümit etmek istiyorum.

İnatçılığı aynen devam.
İkna edilemezse illa dediği gibi olacak.

"R" harflerini "L" olarak telaffuz ediyor, çok hoş :)
1- Bil
Hayır - Hayıl
4- Dölt
:)

Son olarak demir eksikliği nedeniyle demir şurubuna başlamamız gerekti ama sadece 1 gün içti bizimki şurubu.
Ben de içmezse demir iğnesi olmak zorunda kalacağını söyledim (Doktora teyit ettirmedim, belki çocuklarda iğne olmuyordur bilmiyorum).
Önce iğne yemektense şurubu tercih edeceğini söyledi ve portakal suyuyla karıştırılmış şurubunu içmeyi denedi ama bir yudumdan fazlasını içemedi.
Ve hiç akla gelmeyecek bir şekilde iğne olmaya razı oldu.
"İğne çok kısa sürer ve geçer. Ama şurubu her gün içmem gerekir" diyerek kojoyla beni dumur etti!!

- Oğlum, X abinin sana selamı var.
- Tamam baba, kabul ediyorum.
- !!!

- Anne, ben okulla ilgili çok şey biliyorum.
-Öyle mi?
- Evet. Biliyor musun, çocuklar okula ilk başta zor alışırlar.
- Bak seeen. Peki sonra ne olur?
- Ama sonra okulu çok severler, bu sefer de hiç okuldan çıkmak istemezler.
- Hmm, peki bilgilendirdiğin için teşekkürler (İçimden: Küçük sıpa, nasıl da bilmiş bilmiş konuşuyorsun sen?!)

Kelebek Yıldız Kümesi

$
0
0
 
Fotoğrafı görünce çok etkilendim. Evrende neler neler var. Böyle parlak ve ihtişamlı görünen yıldızlar beni düşüncelere gark ediyor. Paylaşayım, bilgiyi bulaştırayım istedim :)

Kelebek Yıldız kümesi (diğer adları Messier 6, M6 veya NGC 6405) Akrep takımyıldızı yönünde bulunan Açık yıldız kümesidir.Şekli belirsiz bir şekilde kelebeğe benzediğinden bu isim verilmiştir.
Kelebek yıldızkümesi'ni ilk kaydeden gökbilimci, 1654 yılında Giovanni Battista Hodierna olmuştur. Yine de Robert Burnham, Jr Kelebek yıldız kümesine komşu olan ve Batlamyus yıldızkümesi olarak bilinen M7'yi gözlemleyen 1.yy gökbilimcisi Batlamyus'un, Kelebek yıldızkümesini de çıplak gözle görmüş olabileceğini iddia etti. Charles Messier 1764 yılında kataloğuna dahil etmiştir.

Kümedeki parlak yıldızların çoğu; sıcak, mavi, B tipi yıldızlardır, fakat en parlak üye BM Scorpii K tipi portakal rengi bir devdir ve mavi komşularıyla keskin bir kontrast oluşturur. BM Scorpii, yarı-düzenli bir değişen yıldızdır, görünen parlaklığı +5.5 ile +7.0 mag. arasında değişir.
Kelebek Yıldız Kümesi Dünyamıza 1600 ışık yılı uzaklıktadır.

Kaynak burası ve burası

Çocuğunuz 12 Yaşına Gelmeden İzlemesi Önerilen 60 Film

$
0
0
 http://4.bp.blogspot.com/-wpmWmhCTT9s/U_uQ8bLdAWI/AAAAAAAACx8/RXGtRmLyNKQ/s1600/LeBallonRouge_04.jpg
Son zamanlarda sosyal medyada sıkça konuşulan bir konu var:

Film eleştirmeni Burak Göral'ın yazdığı "Çocuğunuz 12 Yaşına Basmadan İzlemesi Gereken 60 Film" adlı yazı serileri. Şimdilik 3 bölüm yayınlandı:


Ben başlığı yumuşatarak "izlemesi gereken" değil de, "izlemesi önerilen"şeklinde okudum yazıları. Sonuçta çocuğunuzu en iyi siz bilirsiniz. Her çocuk için hangi yaşta neyi ne kadar tolere edebileceği (şiddet, ölüm, cinsellik...), çocuğun psikolojisi ve yapısı tamamen farklı olabilir. O nedenle illa 12 yaşından önce izlenmeli diye düşünmeyin, hatta vaktiniz varsa çocuğa izletmeden önce kendiniz oturup izleyin. 

Bu güzel çalışma için Burak Göral'a teşekkür ediyorum. 
Bambino ve Bambina :) ile film izleyeceğimiz günleri heyecanla bekliyorum :)

İkinci Gebelik - 20. Hafta

$
0
0
İkinci gebeliğimin yarısını bitirdim bile.
İlkinde olduğu gibi çok şükür ki hiç bir olumsuz durum yaşamadım.
Ne ağrım oldu, ne sızım.
Dedim ki "Bu vücut doğurmak için tasarlanmış".
Hiçbir yiyeceğe aşermedim.
Ki ben 2,5 yıldır glutensiz yiyecekler tüketiyorum.
Ekmek, makarna, hamur işi, tatlı hiç canım çekmedi.
Uykularımdan uyanıp şunu yemeliyim demedim.
Kojo için süper tabi :P
Bir ara patatesi çok tükettim.
Çok nadir dondurma yedim, AOÇ'den.
Onun dışında şeker tüketimim doğal yiyeceklerden sadece.
Yani, hamilelik öncesi ne yiyorsam yemeye, ne yemiyorsam yememeye devam ettim.
Balık canım istemiyor sadece.
Onun yerine balık yağı alıyorum her gün.

Bebeğin hareketlerini çok erken hissetmeye başladım bu hamilelikte.
12-13. haftalarda içimde dolaştığını hissediyordum.
Ultrasonlarda mutlaka elini kolunu bir kaldırıyor, sanki bize selam veriyormuş gibi.
İçeride keyfi yerinde :)

Eylül ayının ikinci yarısı sol kulağımda tıkanıklık başladı.
Üzerinde durmadım, geçer dedim.
Bir hafta geçti, tıkanıklık hiç açılmadı.
Ertesi hafta sol boğazımda şişlik başladı.
Yutkunurken bir kütle hissettim sol tarafımda.
Kulağımdaki durum boğazıma inmişti.
Kulağım hala tıkalı bu arada.
Yine üzerinde çok durmadım.
Bol bol ılık şeyler içtim.
Sarımsak, zencefil tükettim.
Meyve suları içtim.
Geçtiğimiz hafta Cuma öğleden sonra burun akıntısı başladı.
Haftasonu bir eğitimdeydim.
Gittim ama her yerim dökülüyor.
Burun silmekten yüzüm kıpkırmızı oldu, cildim tahriş oldu.
Şakaklardaki ve çene kemiğimdeki şiddetli zonklama beni iki gece uyutmadı.
Kulak hala tıkanık, boğazdaki durum devam ediyor ve deli gibi burnum akıyor.
Doktora gittim tabi, Cuma günü.
Kulaklarda ödem oluşmuş, boğazım da orta halli durumdaymış.
Antibiyotik yazacakmış.
Hamile olduğumu öğrenince "E n'apcaz şimdi?" dedi doktor, çaresizlik içinde.
İstersem KBB Uzmanına gitmemi, belki alabileceğim bir antibiyotik olabileceğini söyledi.
İstemedim.

Antibiyotik yerine zencefil, meyve suyu, serum fizyolojik ile gargara ile devam ettim.
Eğitim nedeniyle haftasonu dinlenemedim ama eğitimde öğrendiklerim için değerdi bence.
Pazar günü Zen Ustası eğitmenim bana gümüş suyunu önerdi.
"Her gün bir çay kaşığı yeter" dedi.

Gümüş suyunu duymuştum ama detaylı araştırmamıştım.
O akşam oturdum, nedir ne değildir diye bakındım.
Yabancılarda öyle bir kullanımı varmış ki, hayret ettim.
Yüzyıllardır bilinen ve kullanılan birşeymiş gümüş suyu.
Temel olarak gümüş suyu vücuttaki bakteri, virüs ve mantarı yok ediyormuş.
Bunun yaparken iyi bakterilere dokunmuyormuş.
Çok güçlü bir antibiyotik etkisi gösterirmiş.
İngilizler küçük bebeklere saf gümüş kaşık verip bebeğin bunu ağzında dolaştırarak suyunu emmesini sağlarlarmış. Böylece bebek özellikle diş çıkarma zamanını daha rahat geçirirmiş.
Hatta onların "Ağzında gümüş kaşık ile doğmak" diye bir deyimi bile var.
Pek çok hastalığa iyi geliyormuş.
Hastalığın derecesine göre kullanım miktarı değişiyormuş.
Facebook'ta grupları varmış, yabancı forumlarda sayfalarca yazılmış, konuşulmuş.
Hamileler ve çocuklardaki kullanım konusunda da keza öyle, derya deniz yazışmalar.
Sonuçta ikna oldum ve siparişimi verdim.

Dün akşam geldi gümüş suyu.
Hemen bir çay kaşığı içtim.
Psikolojik mi, yoksa hastalığın gidişatı mı nedir bilmiyorum ama gece güzel uyudum.
Sabah kalktığımda kulaklarımdan çok hafif bir akıntı oldu.
Haftalardır tıkalı olan sol kulağım açıldı, geçici bir süre de olsa.
Boğazımdaki yumru yoktu.
Öksürük düne göre daha az.
Kendimi daha dirayetli hissettim.
Bu sabah yine aldım bir çay kaşığı.

Keramet gümüş suyunda mı yoksa haftalardır devam eden hastalık artık iyileşme evresine mi girdi bilmiyorum ama gümüş suyunu keşfetmiş olmaktan mutluluk duydum.

10 gündür sıvı besinlerle besleniyorum, sindirimi kolay yiyecekler tüketip bedenimi yormuyorum.
İlk defa böyle bir hastalıkta rapor ve izin almadım, üstelik haftasonu da sabahtan akşama kadar yoruldum, dinlenemedim.
Bu da böyle bir deneyim oldu.
Herşey geçiyor işte, bir şekilde.
Bu hastalık da geçer gider.
Akışa izin ver :)
Teslim ol :)

Bambino Okullu Oluyor

$
0
0
Bu sabahın gelişmesini sıcağı sıcağına yazmak istiyorum.

Dün anneanne bizdeydi.
Hep birlikte parka gitmek üzere dışarı çıkmışken, fırsattan istifade, mahallede yeni açılan bir kolejin anaokulu ve kreşi olduğuna dair broşürü hatırlayıp, eğer imkanları varsa gidip bir ziyaret etmelerini istedim.
Anneanne de sağolsun bu isteğimi bir görev addetmiş ve hem oraya hem de daha önce bizim Bambino ile gittiğimiz ama anneannenin görmediği başka bir kreşe daha uğramışlar.

Ağustos ayında Bambino ile mahalledeki kreşlerin bazılarını gezdiğimizi burada anlatmıştım.
Kafamda kötünün iyisi bir tanesini seçmiştim içlerinden.
Yarım gün gitsin, öğle yemeğine kalmasın, maksat oyun oynasın, eğlensin, sosyalleşsin diyordum.
Ancak yeni açılan kolejin broşürünü görünce bir de oraya gidip konuşmak istedim ama sağolsun işlerden hiç fırsat bulamadım, bir de üstüne hastalık eklenince bu iş askıya alındı mecburen.

İşte anneanne bu aşamada dün devreye girip Bambino ve bakıcı teyzesi ile birlikte keşfe çıkmışlar.
Önce bizim daha önce gezdiğimiz kreşe gitmişler.
Sonra da koleje.
Kolejin kreşini fena bulmamışlar.
Sonuçta yeni açılan bir yer, temiz görünüyor. Mevcut da az.

Kolejin yakınında Bambinonun ara sıra ziyaret ettiği bir park var.
Uzun zamandır gitmemişti oraya.
Parka gidip oynamak istemiş Bambino.
Bilirsiniz, parklarda bakıcılar, anneler, anneanne-babanneler olur çocukların yanında.
Çocuklar oynarken büyükler muhabbet ederler.
Yine böyle bir ortam oluşmuş, parktaki bakıcı teyzelerden biri demiş ki:
"Bir de devlet okulunda bir anaokulu var, oraya bir gidin bakın"

Şaşırmış tabi bizimkiler.
Çünkü bahsettiği devlet okulu bizim mahalleye taşındığımız yıl ilköğretim okulundan ortaokula dönüştürülmüştü.
Ortaokulun içinde anaokulunun olabileceğine hiç ihtimal vermemiştik.
O ana kadar da kimseden böyle bir bilgi duymamışız.

Bizim ekip bu veriyi hemen değerlendirip parktan sonra eve gelirken okula uğramak üzere plan yapmışlar.
Zaten bahsedilen devlet okulu bizim sokağın köşesi, 1 dakikalık yürüme mesafesi.
Gitmişler, müdür yardımcısını bulmuşlar.
Bilgi almışlar.
Gerçekten de anaokulu varmış okulda.
Yarım gün eğitim veriyormuş.
Sabah 8 - öğlen 12:30.
Genelde öğleden sonra grubu tercih görüyormuş, sabah grubu 8 kişiymiş.
"Yarın gelsin başlasın" demişler :)

Akşam eve gelince anlattılar durumu.
"Yarın sabah gidip bakalım, öğretmenle tanışalım" dedik.
 Anneanneyi de bizde kalmaya böylece ikna etmiş olduk.

Ertesi sabah erkenden kalkıp 8'de evden çıktık.
Bambino anne, baba, anneanne ile birlikte olmanın keyfindeydi, okul ile pek ilgilenmedi.
Biraz da şaşırmış gibiydi, şimdi düşününce..
Herşey oldu bittiye geldi gibi oldu bir anda.
Biz bile oraya giderken kayıt yaptıracağımızı düşünmemiştik.

Neyse, gittik, öğretmen ile tanıştık.
20 yıllık öğretmenmiş, bir de genç görünüyor ki, maşallah.
6 yıldır aynı okuldaymış.
Ortaokulun içinde anaokulu olabileceğini kimsenin akıl edemeyeceğini, bu nedenle fazla talep gelmediğini söyledi. Bir de ekledi "Ama hiç kimse de birbirinden haber almaz mı böyle şeyleri?"
Günümüzde almıyor işte.
Komşumuzu bile ismen tanımıyoruz çoğunlukla, bırakın sohbet etmeyi, haber almayı..

Öğretmen disiplinli birine benziyor.
Sınıfta tv var ama çok nadir izlettiğini söyledi.
Sabah kahvaltıyı çocuklar hep birlikte yapıyorlarmış, evden hangi gün ne getirileceği belliymiş.
Listeye bakıp bizim alerji durumumuza göre değişiklik yapabileceğimiz konusunda bilgi verdik.
Kaldığımız süre boyunca sadece bir çocuk görebildik, diğerleri henüz gelmemişti.

Bir anda kendimizi müdür yadımcısının odasında Bambinonun kaydını yaptırırken bulduk.
Kojoya kalsa Bambino bir yıl daha evde kalsın istiyor.
Ben ise birkaç ay sonraki evdeki birey artışı nedeniyle Bambinonun düzenli gittiği bir sosyal ortamı olsun istiyorum.
İki çocukla kafayı yemek de var değil mi? :P
Hem doğumdan önce ve henüz resmi olarak Bambinoya kardeşi olacağını söylememişken bu değişikliği yapmak yerinde olacak diye düşünüyorum.

Tek dileğim öğretmenin ceza-ödül sistemini uygulamaması ve Bambinonun yeteneklerini zorunluluklarla, dayatmalarla köreltmemesi. Okul algısını iyi bir şekilde vermesi.

Sonuçta henüz sözleşme imzalamamış olsak da Bambino 29 Eylül 2014 itibariyle okullu oluyor. Hem de bir devlet ortaokulunda :P

Kojoyla ben rahatız.
Esnek olmaya gayret ediyoruz.
Bakıcımızın varlığı çok şükür ki bize bu esnekliği veriyor.
Umarım Bambino okulunu sever, öğretmenini sever ve kendini korumayı öğrenir.
Kojonun da dediği gibi
"Hayat böyle oğluuuum"
:)





Ortaya Karışık

$
0
0
                             


- Bambino okuluna alıştı. Gayet uyumlu imiş, öğretmeni ve bakıcı teyzemiz öyle söylüyor. Arkadaşları biraz yaramazmış ama parktaki E. arkadaşı kadar yaramaz değillermiş. Bir de kızlar çok konuşuyormuş :)) 

Eve ilk günden ödev gelince karı-koca şoka uğradık ama yapacak fazla bir şey yok. Ödevin geldiği ilk gün, eve geldiğimde kojonun elinde kağıt kalem, Bambinoya "Haydi oğlum kırmızı pabuçlarla ilgili bir hikaye anlat, ben de yazacağım" diyerek çocuğun peşinde dolaşmasını gördüğümde bir çığlık atıp "Hayıııır, anne-baba ilk günden böyle şeylere başlamamalıyız" diyesim geldi. Ama demedim, tuttum kendimi. Kojoya "Bırak, aklına hikaye gelmiyorsa zorlamanın anlamı yok, öyle kalsın" dedim.

Ben böyle dedim ama ertesi gün öğretmen okulda boş kağıdını görünce pek memnun olmamış. Bakıcı teyzemiz telefonda bunu bana anlatınca bende şalterler attı! Okula başladığı ilk gün böyle ödev mi verilir çocuğa? Daha 4 yaşına basmamış bile. Kaldı ki bu çocuğun hikaye anlatma yeteneği yok belki. İlk günden bunu eline tutuşturup yapamayınca üstelemesi ne oluyor? Diye diye öfkemin derecesi arttı. Sanırım bakıcı teyzemiz beni ilk defa böyle görmüştür. Kadına da patladım. "Yarın gidip öğretmenle konuşuyorum, gerekirse gitmesin Bambino okula, ne bu böyle ilk günden ödev verilip yapmayınca üstelemekler falan. Evet, yarın gidip carlıyorum!!" diye diye öğleden sonra sinir küpü oldum çıktım.

Ah, unutmadan, bir de alınacak malzemeler listesinin bir kısmını okula göndermiştim, öğretmen hiçbir malzemeyi beğenmemiş, hepsini eve geri göndermiş. Neymiş, evde kullanılan eşyalar olmazmış, hepsi sıfırdan alınacakmış. Bir dünya malzeme eve geri geldi, bir de ona kızdım.

Akşam kojoya durumu anlattım, "Ben sakin olamıyorum, mantıklı düşünemiyorum şu anda, sen ne dersen öyle yapalım" diyerek aklı selim biri olarak kararı ona bıraktım. Kojo da "İlk günden arıza çıkartmayalım, hepsini yeniden alalım" diyerek kararını açıkladı. Ve elinde kağıt kalem Bambinonun karşısına geçip "Kırmızı pabuçlarla ilgili bir hikaye anlatmak ister misin?" diye sordu. Bambinonun da hikaye anlatacağı geldi, kırmızı pabuçları olan bir tavşanı anlatmaya başladı. O anlattı, kojo yazdı. Böylece ödevi de yapmış oldular.

Ertesi gün okulda Bambino hikayesini anlatmış, öğretmeni pek beğenmiş. Bambino akşam bunu bize söyledi. Anlaşılan kendi de mutlu olmuş.

Okul çocukları öğretmenlerini mutlu etmek için neler yapıyorlar, değil mi? Öğretmen otorite figürü çünkü, o ne derse o olur. Çocuk da ona itaat etmek zorunda. Kendi istediği için değil, öğretmen istiyor diye yapıyor isteneni. Çoğunlukla bu böyle. Bu noktada verilen ödev ve talimatların çocuğun iyiliğine olduğunu varsaymamız gerekiyor. İstenen her şey çocuğu geliştirmek için, ona bir şeyler öğretmek için.

Tek satırda yazacağım şeyi bu kadar uzun anlattığıma göre hala öfkeliyim sanırım.
İlk günden böyle bir durumla karşılaşınca tepki verdim tabi.
Neyse..

- Bayramda ne yapacağımız belli değil, son dakika rüzgar ne yandan eserse.
Ben hala hastayım, geçen haftaya göre iyiyim ama hala burnum akıyor ve ara ara öksürüyorum.
Belki bir yere gitmeden evde oturmak daha iyi olabilir, biraz dinlenmiş olurum.
Diğer yandan da Bambina doğmadan elimde fırsat varken gezmelere gitmek güzel olur diye düşünüyorum. Güneye doğru gidersek denize bile girebiliriz.
Bir de LSE'deki Singapurlu ve Hintli arkadaşlarım İstanbul'a geliyorlar, hatta bir grup geldi bile. Onlarla buluşup vakit geçirmek eğlenceli olur diye geçiyor aklımdan.
Bir yanım gitmek ister, bir yanım kalıp dinlenmek.
Bakalım neler olacak?

- Hayatta tek başınasın sevgili blog. 
Ve ne dediğin önemli değil, karşındakinin önyargıları, varsayımları, anlamak istedikleri kadar karşındakine derdini anlatabiliyorsun. Senin A dediğini B olarak anlayan birine yapabileceğin çok fazla bir şey yok. Ama bu kişinin ağzından çıkacaklar ile bir sonuca/karara varman gerekiyorsa, işte o zaman elin kolun bağlanıyor. Özgürlüğün kısıtlanıveriyor. Karşındakinin önyargıları, öncelikleri, yaşadıkları, varsayımları senin ağzından çıkan sözcüklere farklı anlamlar yükleyebiliyor, karşındakinin başka başka çıkarımlara ulaşmasına neden olabiliyor. 
Dedim ya, senin yapabileceğin fazla bir şey yok.  Esnek olmaya çalışıp alternatifler düşünebilirsin ancak. İstediğin gibi gitmiyorsa da "Bunda da bir hayır var" deyip geçmek lazım. Yoksa sen de saplanıp kalırsın, karşındaki gibi.

- Bu aralar alma konusunda bir kal geliyor bana. Almak istediklerimi sürekli erteleyip duruyorum. "İhtiyaç mı değil mi?" diye sorup "Olmasa da olur" diyerek erteliyorum devamlı. Mesela hamile eteği almak istiyorum kendime ama 3 ay için bir etek alıp sonrasında kenara koymak pek mantıklı gelmiyor. Bambinoda giydiğim kıyafetler genelde spordu, o zamanlar çalışmıyordum çünkü. Bir de o zaman aldığım pantolonlar bana şu anda epey büyük geliyor, göbek kısmındaki esnek kumaş parçası beni tam sarmadığı için devamlı düşüyor, yani bol geliyor. O nedenle etek ve elbise giymeyi tercih ediyorum. 2 hafta öncesine kadar normalde giydiğim bol kesim elbise ve eteklerimi rahatça giyiyordum ama artık onlar da rahatsız etmeye başladılar. Ama dedim ya, yeni birşeyler almak istemiyorum. Bana elbise ve/veya etek ödünç vermek isteyen olursa çok makbule geçer :)

Benzer şekilde, Bambina için alışveriş yapmadım henüz. Bambinonun bir sürü kıyafeti var, onlardan giysin diyorum sanırım. Ne gerek var, zaten çabuk büyüyorlar. 2-3 ayda bir yeni kıyafetler gerekecek. En güzeli var olanı kullanmak. Pembe de birşeysi olmayıversin. Diğer yandan, mevsim olarak Bambinonun kıyafetleri Bambinaya olacak mı, orasını bilmiyorum. Bir ara bazayı ve annemin deposunu açıp bakmam lazım.

- Yazınca iyi geliyor, kafamdakini boşaltmış oluyorum. 

- Herkese iyi bayramlar, iyi tatiller :)

Foto buradan

Macera Dolu Beş Gün

$
0
0

Bir önceki yazımda gitmekle kalmak arasında kararsız kaldığımı, ikisinin de artıları eksileri olduğundan bahsetmiştim. Gelecek yıl Ağustos ayına kadar sürecek olan "dualite devreme" resmi olarak girdiğimi buradan anlıyorum.

Cuma günü sabahtan Bambino ile dışarı çıktık. Bir önceki gün okulda hazırladığı bayram kartını babannesine göndermekti niyetimiz. Önce kırtasiyeye gidip zarf aldık, sonra da postaneye gittik. Postanenin kapalı olduğunu görünce, bir sonraki durağımız olan markete doğru yola çıktık.

Tam o sırada kojo aradı.
"Selam, n'apıyorsunuz?"
"N'apalım işte, bıdı bıdı bıdı.."
"Haydi hazırlanın, Antalya'ya gidelim."
"Aaa, hayırdır, nereden esti?"
"Bizim şirkette herkes gidiyor, biz de annenlerden anahtarı alıp yola çıkalım"
"Ee iyi, peki o zaman"

Tıpış tıpış eve geri döndük. Saat sabah 10:30.
Başladım eşya hazırlamaya.
Kaldırmış olduğum yazlık kıyafetleri tekrar çıkarttım, hepimize kıyafetler ayarladım.
Evi toparladım, mutfağı temzledim.
Yolda yemek için birşeyler hazırladım.
Buzdolabını elden geçirdim, bozulacak gibi olan yiyeceklerin bir kısmını yanımıza almak üzere hazırladım.
Bambino ile ilgilendim, kitaplarını ve oyuncaklarını hazırladık birlikte.
Banyo yaptım, Bambino da banyoda oturup beni bekledi :)
Annemi aradım, adres ve anahtarları hazırlamasını rica ettim.
Saat 12:30'da kojo geldi.
Birşeyler atıştırdık ve eşyaları arabaya yükleyip yola çıktık.

Anneme uğradık, adresi aldık.
Bir torba dolusu anahtar aldık, biri açmazsa diğeri açar diyerek hepsini verdi annecim :)
13:30 gibi yola koyulduk.
Tıngır mıngır, dura kalka (çocukla başka türlüsü mümkün değil) yol aldık.
Bu arada Antalya'ya ailecek ilk defa gidiyoruz.
Annemlerin evine de öyle.
Burdur mu Isparta mı üzerinden gidelim sorusuna Isparta diyerek yanlış bir yanıt verdik :)
Zira, Isparta'ya ulaştığımızda hava kararmıştı, trafik feci artmıştı.
Meğer seçtiğimiz yol dağ yoluymuş, tek şerit yol üstelik.
Virajlar keskin, sollama yapmak zor.
Isparta'dan Antalya'ya ulaşana kadar ömrümüzden ömür gitti diyeyim, siz anlayın.

Antalya'ya geldik, hoşgeldik.
Eve uğramadan yemek yiyelim dedik, durduk bir yerde.
Annemler devamlı arıyorlar bu arada:
"Neredesiniz, vardınız mı, baban arabadan anahtar buldu, inşallah bunlar değildir, bir bakın bakalım!!"
Biz gayet rahat:
"Yok canım, bir torba dolusu anahtar verdiniz, herhalde biri açar kapıyı, rahat olun"

Yemekten sonra açtık navigasyonu, bulduk evi.
Çok şükür geldik :)
Blogun giriş kapısını biri açık bırakmış, anahtara gerek kalmadan içeri girdik.
Çıktık asansörler yukarı.
Bizimkilerin dairesini bulduk.
Çantadan anahtar torbasını çıkarttık, teker teker hepsini denemeye başladık.
Hiçbiri kapıyı açmadı!
Hiç biri!
Kaldık mı gecenin bir yarısı sokakta?!

Annemler arıyor tabi devamlı bu arada, dedik böyle böyle.
Anahtarlar olmadı, kapı açılmıyor.
Onlara da dert oldu mu?
Gece hiç uyumamışlar yazık..

Biz ise "Yapacak bir şey yok, koca Antalya'da bize bir yatak bulunur elbet" modunda kös kös arabaya bindik.
Kojo hemen internetten son dakika otellerini araştırmaya başladı.
Bulunduğumuz yere yakın bir yerde bir otel buldu.
"Bugünü kurtaralım, yarın ola hayrola" dedik ve yola koyulduk.

Bu arada Bambino çok üzüldü, anahtarlar olmayınca ağlamaya başladı.
Ama biz karı-koca çok sakin olduğumuz için toparlaması çabuk oldu.
"Bir çaresi bulunur, olmadı arabada yatarız" dedim :)
Anneanne ve dedesinin evini çok merak ediyordu, göremeyince hayal kırıklığı yaşadı tabi.

Neyse, gece 11 gibi otele ulaştık.
Resepsiyondaki adam "Ne zaman rezervasyon yaptırdınız?" diye sorunca kojoyla birbirimize bakıp "15 dakika oldu herhalde!" deyişimizi hiç unutmuyorum :))))

Uyuduğumuzda saat geceyarısını çoktan geçmişti.
O yorgunlukla kütük gibi uyumuşuz.
Olan annemlere oldu, gece boyu birbirleriyle didişmişler, zavallılar..

Ertesi sabah bayram :)
İn cin yok sokaklarda.
Kahvaltıdan sonra deniz kıyısına indik hep birlikte.
Deniz görmemiş Ankaralılar olarak kot pantolon ve hırkalarımızla denize ayak soktuk :)
Bambino daha fazlasını yapıp donuna kadar ıslandı :)
Sonra tekrar otele döndük.
Turizm şehri olmasının güzelliği olarak hizmet sektörü bir şekilde çalışıyor Antalya'da.
Bayram demek onlara iş demek çünkü.

Yine de hepsi çalışmıyor tabi, çilingir bulmak kolay olmadı :))
Internet sağolsun, yine ona işimiz düştü.
Yoksa kimseyi tanımıyoruz koca şehirde, kimi arayıp yardım isteyelim?
Çilingiri bulmak, eve getirtmek (adres dışında referans noktaları bulmamız için önce kendimizin keşif yapması gerekti, o da zaman alıyor tabi), kapıyı açtırtmak epey zaman aldı.
Ki şansımıza kapı feci zor açıldı, yeni kilit tam kapıya olmadı.

Neyse, detayları geçelim, eve girmemiz öğleden sonrayı buldu.
Evin şöyle bir kaba temizliğini yapmak, aletleri çalışır duruma getirmek, gazı aç, elektriği aç, suyu aç, yerleri sil, odaları kullanılabilir hale getir, getirdiklerini yerleştir, market alışverişi yap, geri gel derken yorgunluk derecemiz arttı.
Bir saat kadar uyumuşuz, daha doğrusu şoför olarak kojoya uyuma hakkı tanıdım. Ben Bambino ile bir uyur bir uyanık vaziyette vakit geçirdim çünkü oğlan uyumak istemedi!

Akşam 5 gibi dışarı çıktık. Merkeze gidip biraz gezinelim dedik, deniz için saat geç olmuştu zira.
Kaleiçi tarafına gittik, arabayla yol bulmak, park yeri kapmak biraz zor oldu ama başardık :P
Bambino tramvayı görünce binmek istedi.
Bu arada Cumartesi günü 4 Ekimdi, yani Bambinonun resmi olarak doğumgünü.
Neyseki bir hafta öncesinden arkadaşlarla küçük bir kutlama yapmış, hediyelerini vermiştik.
Yine de o gün onun günüydü ve biz koşullar nedeniyle henüz ona bir şey yapamamış,  doğumgünü olduğunu ona anlatamamıştık bile.
Tramvay isteğini hemen yerine getirdik, hal böyle olunca.
Sonrasında da balonlar aldık :)
Tekneye de binecektik ama hava kararmıştı.
Eve gelip yatma hazırlıkları falan derken uyuduk gitti.

Ertesi gün Pazar.
Tipik yazlıkçı moduna girmiş insanlar olarak evde güzel bir kahvaltı sonrası sahile gittik.
Denize girdik, çıktık.
Kumlarda oynadık.
Etrafta kimsecikler yok.
Meğer bu mevsimde deniz öğle ve öğleden sonra ısınırmış, biz ayrılırken insanlar yeni geliyorlardı :)
Biz yine de memnun kaldık, keyifli vakit geçirdik.
Eve gelip duş aldık, yemek hazırladık, yedik.

Eve girdikten bir yarım saat sonra alt kat komşumuz geldi.
Bayramlaşmaya gelmemiş ama.
Banyo akıtıyormuş, onu haber vermeye gelmiş.
Deniz sonrası banyoyu yoğun olarak kullandık ya, bir yerlerden su sızmaya başlamış demek ki.
"Tamam", dedi kojo, "Biz zaten yarın dönüyoruz."
Canımız sıkıldı tabi.
Zaten 4 günlüğüne gelmişiz, çilingirden sonra bir de tesisatçı ile mi uğraşacağız şimdi?
Düşünmeye başladık.
Ya evde kalıp banyoyu kullanmayacağız ya da evi kapatıp çıkacağız.
Çıkarsak ya Ankara'ya döneceğiz ya da bir otele gideceğiz.
Kojo ya ben de akşama kadar sessiz ve sesli olarak düşünmeye başladık.

Akşama doğru yine merkeze indik, bu defa tekne gezisi yapmaya.
Biraz akşama kalmışız, gezinin sonlarında hava karardı ve soğudu.
Yine de güzel vakit geçirdik, mısır yedik, dolaştık, Bambinoya kaplumbağalı magnet aldık.
Eve geldik.

Karar vermemiz lazım.
Banyo kullanmadan yazlık olayı sakat.
Devamlı denize giriliyor sonuçta, her tarafın kum eve geliyorsun.
Banyo kum içinde kalıyor, oraları da yıkamak temizlemek lazım.
Bir dünya su kullanıyorsun sonuçta, mecburen.
Aksi gibi buzdolabı yiyecek dolu, 4 gün kalınır diye herşeyi almışız.
Otele gitsek yiyecekler heba olacak.
Ankara'ya dönsek, ee daha 2 gün var.
Zaten yeni geldik, ce deyip kaçmak olacak o zaman da.
Hem Bambino denize girmek ister, hava da güzel, tam deniz-kum-güneş zamanı.
Otele gitsek bir dünya para, hem nereye gideceğiz, yer var mı, temiz mi, nedir ne değildir bilmiyoruz.

O gece yine düşündük.
Baktım, olacak gibi değil. Banyo kullanmadan evde durulacak gibi değil.
Vurdumduymazlık da yapamıyoruz, bir gün daha dayansak desem.
En iyisi tası tarağı toplayıp gitmek.
Evi kapatalım da, gerisini düşünürüz.

Pazartesi sabahı bu düşüncelerle Cumartesi öğleden sonra girdiğimiz evi kapatma hazırlıklarına başladık.
Buzdolabını boşalt, bulaşığı yıka, ortalığı temizle, eşyaları bulduğumuz hale geri getir, üzerlerini kapat, camları kapıları kilitle, tüpü, elektriği, suyu kapat, böcek ilaçlarını yerleştir, kendi eşyalarını topla, Bambinonun dağılan oyuncaklarını toparla, yiyecekleri hazırla, çöpü boşalt derken öğlene doğru ancak çıkabildik evden. Yeni anahtarlar ve annemin verdiği bir torba anahtarla birlikte :)))

Düştük yollara, Ankara'ya da gidiyor olabiliriz, başka yere de.
Yol nereye götürürse.
Ben kararsızım, gitmek de güzel, kalmak da.
Dualite evrem sağolsun, ikisinin de artısı eksisi var :)

Son noktayı kojo koydu.
"Zaten 4 günlüğüne geldik, doğru dürüst dinlenemeden gitmeyelim, en azından bir gece dertsiz tasasız olacağımız bir yerde kalalım"
"Sen bilirsin" dedim.
Bambino çok sevindi :)

Side taraflarında bir otele attık kapağı.
Yorulduk tabi, hem fiziksel hem de kafa olarak.
Arabadan eşyaların bir kısmını indirmedik bile.
İndirilmeyen eşyalar arasında yiyecekler de olduğunu fark etmem akşamı buldu bu arada!!
Bir dünya masraf ettiğim yiyeceklerin çoğu heba oldu :(
Yine de kurtarabildiklerimi kurtardım.

Bir de valizimizin tekerleği kırıldı, tutma yeri de söküldü, daha geldiğimiz ilk gün.
Otele o rezil halde girişimiz de hayli komikti :))

Neyse, yerleştik bir şekilde.
Hemen yemeğe gittik, sonrasında da sahile.
Akşama doğru baba-oğul havuza geçtiler, ben de odaya gidip dinlendim biraz.
Annemlere hiç bir şey söylemedik, "Ankara'ya gidince haberleri veririz" diye konuştuk kojoyla.

Akşam otelde akrobasi gösterisi vardı.
Deli gibi yorgun ve uykusuz olmamıza rağmen Bambino akrobatları görmek isteyince gösteri bitimine kadar mecburen uyanık kaldık.
Ben diyetimi bozdum, deli gibi kahve içmeye başladım, daha doğrusu macchiato.
Gidip gelip içtim, bedava ya, ondan mı nedir, el altında da olunca devamlı kahve makinesinin başındaydım neredeyse.

Akrobatları izledikten sonra odaya gidip mışıl mışıl uyuduk.

Sabah güzelce uyandık ama Bambino durduk yere arıza çıkarttı, sabahın 7:30'unda bağırış çağırış, salya sümük arasında kendimizi havuzda bulduk.
Neymiş, Bambino sabah havuza girecekmiş.
Sinirden patladık birbirimize, yetinmedik öfke içinde Bambinoyu havuza götürdük.
O yüzdü, rahatladı, anın keyfini çıkarttı, kojo kendini spor salonuna attı, ter attı, rahatladı, ben Bambinonun başında ayakta Bambinoyu bekledim (sabahın köründe tüm şezlonglar ıslaktı).
Bambino sudan çıktı, üstünü değiştirdik, kahvaltıya gittik.
Ben kaç fincan kahve içtiğimi hatırlamayacak kadar çok kahve içtim.
İyice gergin hale geldim.
Neden çocuk gibi anı yaşamıyorum ki, 2 saat öncesinin öfkesine neden git diyemiyorum?

Odaya çıktık, üsütümüzü değiştirip sahile indik.
Bu arada günlerden Salı, dönüş günü yani.
1 saat kadar denize girdik, yüzmek bana iyi geldi, ben de rahatladım.
Saat 11 gibi tekrar odaya çıktık, üstümüzü değiştirip eşyaları toparlayıp 12:30 gibi otelden ayrıldık.

"Gitmeyelim, hep burda kalalım, burada iş bulalım, buraya taşınalım" sözleri arasında Ankara'ya yola koyulduk.
:))
Feci bir trafik ile karşılaşarak gecenin bir vakti evimize çok şükür ulaştık.

Şimdi biz tatil mi yaptık, ne yaptık?
Bilmiyorum.
Tadını çıkartamadığımız ve hafızalarımıza bir önyargı ile yerleşen bir yazlık, elimizde patlayan, çoğu bozulan yiyecekler, tadına tam varamadan ayrılmak zorunda kaldığımız bir otel, bin kilometrenin üstünde yaptığımız yol ile dolu bir beş gün geçirdik.

Dedim ya, ne olduğunu anlamadık ve bu sabah itibariyle işbaşı yaptık.
Gözümüzden uyku akarak.
Daha evde yıkanmayı bekleyen çamaşırlar, kaldırılacak yazlıklar, atılacak bir valiz ve bir dünya ev işi var.
Onları saymıyorum bile.

Ama işte sağ salim gittik geldik.
Tatilde n'aptınız diye sorarlarsa hiç detaya girmeden;
"Antalya'daydık şekerim" der miyim, derim vallahi :)))))

İkinci Gebelik - 23. Hafta

$
0
0

Bab.yc.ent.er'dan gelen haftalık mailler de olmasa hamile olduğumu bile unutabilirim, o derece :)

2. kez hamile olmak çok farklı gerçekten. En önemlisi evde zaten halihazırda 7/24 vaktinizi alan bir afacan bulunması. Onun yemeği, ilacı, tuvaleti, banyosu, uykusu, oyunu, gezdirmesi tozdurması derken zaten günler geçip gidiyor. Tüm zamanınız ona ait bir nevi. O nedenle karnınızdakini düşünmek için vaktiniz ve enerjiniz olmuyor çoğunlukla. Doğa neyseki mükemmel işliyor, vücudunuz zaten bu iş için yaratılmış. Size fazla bir şey bırakmıyorlar.

Hamile yogasına başladım. Grupta ikinci çocuğa hamile bir tek ben varım. Acaba anneler ilk çocuktan sonra böyle şeyleri tamamen bırakıyorlar mı diye düşünmedim değil :) Nasılsa bir kere yaşadım, vücudum ne yapacağını biliyor, ne gerek var spora, yogaya falan? Böyle mi diyorlar acaba? Yoksa ilk çocukla uğraşmaktan fırsat mı bulamıyorlar bunlara? Yoksa maddi açıdan mı kaygılılar? Bilmiyorum. Ama grupta yaş olarak küçük olmama rağmen deneyim olarak daha ileride olduğum için epey ilgi gördüğümü söyleyebilirim :) İngiltere'de aldığım hipno-doğum dersleri oldukça sık soruluyor. Neyseki Maria Mongan'ın kitabı Türkçe'ye de çevrildi ve hipno-doğum kursları ben TR'ye geldiğimden beri epey yol katetti. Şimdiki hamileler doğum koçu, ebe, hipno-doğum kursu, emzirme danışmanı bulmak konusunda daha şanslılar, büyük şehirlerde seçim şansları bile var.

Bambina artık 1 kiloyu geçti, büyümeye devam ediyor. Bu hafta bir mango büyüklüğüne ulaşmış. Artık benim hareket ettiğimi ya da durduğumu anlayabiliyormuş. Dans edersem bunu hissedebilirmiş :) Abisinin gece yanımda yatarken attığı tekmeleri de hissediyor, net olarak söyleyebilirim. Zira o da başlıyor içeriden tekme atmaya :)) İçten ve dıştan tekme yiyorum gece boyunca :)))

Bambina da abisi gibi hareketli bir bebek olacak gibi, attığı tekmelerle "Hey, beni unutma, ben de buradayım!" diyerek kendini hatırlatıyor devamlı :) Üstelik Bambino sadece bacak çalışıyordu, bu kız hem kol hem bacak çalışıyor, hakkımızda hayırlısı, ne diyeyim :))

Her hamilenin olduğu gibi elim gayri ihtiyari karnıma gidiyor, özellikle tekme atmaya başladığında. Bazen duruyor Bambina, bazen hiç durmadan devam ediyor. Gece tekme attığında hemen uyanıveriyorum. Bazen pozisyon değiştirince hareketleri duruyor. Bazen de devam ediyor.

Geçen gece kafasının rahmin sağ tarafına sıkıştığını hissettim, müthiş bir sıkışıklık hissi ile uyandım. Hemen soluma döndüm ve biraz aşağı kaymasını sağladım. 

Bambinoda öğrenciydim, yürüyordum, arabam yoktu, trene binerdim, metroya binerdim, yanıbaşımızdaki parkta yürürdüm, koca Strand Caddesi'ni arşınlardım. Hareketliydim. Bambinada durum farklı. İşe araba ile gelip gidiyorum, bütün gün masamda oturuyorum, hafif de olsa topuklu ayakkabı giyiyorum, akşam eve gidince yorgun düşüyorum. Hareketsizlik diz boyu yani. Yoga biraz rahatlatıyor beni, en azından haftada 2 saat bebeğim ve kendim ile ilgileniyorum. Yoga grubunda günde 5 km yürüyenler var. Kıyaslama yok, herkesin koşulları farklı :)

Bebeğin kulakları duymak için son sürat hazırlık yapıyormuş. Hatırladığım kadarıyla 6. ayda duymaya başlayacak. Yani az kaldı :) En çok abisinin sesine maruz kalacak belli, zira Bambino okula başladığından beri yüksek sesle konuşmaya başladı. Galiba grup içinde kendini dinletebilmek için bağırıyor, öyle tahmin ediyorum. Normal konuşması bile yüksek sesli. Benim gibi yüksek ses hassasiyeti olan biri için bazen "Ses ayar düğmesi olsa bu çocukta" diye düşünmeden edemiyorum :)))

Geçen haftalardaki hastalığımı büyük ölçüde atlatsam da hala akıntım ve gece burun tıkanıklığım olabiliyor. Fark ettiğim en büyük şey, hayvansal gıdaların bu durumu feci tetiklediği. Süt, peynir, yumurta hiç iyi gelmiyor. Elimden geldiğince yememeye çalışıyorum. Bir tek yoğurt yiyorum, o bile bazen mukusu artırıyor. Glutensiz beslenmeye devam. Dilerim Bambina çok sağlıklı bir bebek olur, alerji ve egzama gibi sorunları olmaz. Bambinoda yediklerimin bana yaptıklarından haberim yoktu, bu defa daha bilinçliyim; arada bir kaçırsam da.. Balık yağı, probiyotik, kalsiyum tablet, multivitamin ve bebekte iyot eksikliğine karşı gün aşırı olmak üzere bir takviye kullanıyorum.

Bir yandan tekmeleri yedikçe günlerin çabuk geçmesini ve bedenimin tekrar bana ait olmasını istiyorum, diğer yandan da bu sürecin hiç bitmemesini, kızımı sürekli içimde taşımayı. Annelik ve kadınlık hormonları iş başında işte :)) Bambinoyu bile tekrar içime sokasım var, o derece :) Ama ne istersem isteyim, zaman kendi hızında ilerliyor, olması gerekenler olması gerektiği zamanda ve şekilde yaşanıyor. Hayatın ritmi hiç şaşmıyor, evrensel kanunlar hiç aksamıyor. Ne güzel :) İnsanın her sabah olduğunda güneşin doğacağını, akşam olunca ayın görüneceğini, kış gelince ağaçların yaprak dökeceğini bilmesi ve bundan emin olması ne kadar güzel :)


İnciler

$
0
0
- Anne, ben babayı sevmiyorum.
-Aaa, neden oğlum?
- Çünkü tıpkı B. Amca gibi kokuyor, çok kötü!

B. Amca cağ kebabı yapan, neredeyse her haftasonu gittiğimiz çok tatlı bir amca. Ben onun hiç koktuğuna şahit olmadım ama sanırım et kokusu üzerine siniyor ve Bambino da bunu kastediyor :)
****

Geçenlerde Bambino üst kattaki komşu teyzemizi görmüş ve sormuş:

-O koca sesli adam senin kocan mı?

Kadın Allah'tan çok gülmüş sadece, "Evet, benim kocam" demiş. Geçenlerde kendisi anlattı bana bunu :)
****

- Bambino, yarın işten erken geleceğim. Öğleden sonra yola çıkıp İstanbul'a gideceğiz.
- Ama ben şimdi çok üzüldüm anne.
- Neden oğlum?
- Keşke tam gün tatil olsaydı, hiç işe gitmeseydiniz.... Bence yarın gitmeyelim, ondan sonraki gün hep tatil değil mi, o gün gidelim.

Kendince kuralları var çocuğun, işe gidilen gün hep işte geçirilir kuralı buradaki :))
Hayatı kendine zindan ediyor, bir bunu anlatamıyorum :(
****

- Anne, cakcak da bizimle gelecekmiş.
- Peki, gelsin bakalım.
- Anne, cacak ın soyadı ne biliyor musun?
-Hayır, nedir?
-jakjak.. cakcak jakjak.

Cakcak Jakjak Bambinonun yeni hayali arkadaşı. Aklına esince onunla konuşuyor, onun nerede ne yaptığını bize anlatıyor. Anlattığına göre Bambino ile aynı yaştaymış.

Benim de küçükken bir hayali arkadaşım varmış, işaret parmağımı havaya kaldırıp "Gül" diye başlarmışım sohbete. Benzer bir deneyimi yaşamış biri olarak Bambinonun hayali arkadaşına hiç ses çıkartmıyorum tabi :) Annemle babam hala anlatırlar benim Gül ile olan maceralarımı :)

Rehberlik

$
0
0

Bir konu var aklımda bir süredir, işin içinden çıkamadığım, kendimi bile net olarak çözemediğim.

Bildiğim bir yöntemi uygulayayım dedim dün akşam.

Yatarken dua ettim: "Şu şu şu konuda rehberlik istiyorum, Allahım bana bir işaret gönder lütfen" dedim.

Bu niyetle yattım, rüyamda işaret görmeyi bekliyorum. Ki hamilelikten midir nedir bu ara gördüğüm rüyalar film gibi, bir de canlı kanlı ki sanki gerçekten yaşamışım gibi kalkıyorum uykudan.

Bu defa da öyle olur beklentisiyle uykuya daldım.

Gece 3 gibi uyandım. Burnum kurumuş, kaloriferin üzerine ıslak havlu koymuyorum birkaç gündür.
Kalkmışken tuvalete gidip su içeyim dedim.
Geri yatağa geldim.

Daha hiç rüya görmediğimi fark ettim.
"Sabaha kadar daha vakit var, görürüm herhalde" dedim ve Bambinonun Ikea'dan aldığında "Nereye koyacağız bunu?" diyerek çemkirdiğim ama son haftalarda karnımın bir numaralı destekçisi haline gelen peluş koca fok ve yavrusunu dizlerimin arasına sıkıştırıp sağ yanıma döndüm.
Ikea fok - Nam-ı Diğer Hamile Yastığı
Gözlerimi kapattım.

Ama yok, uyku muyku yok.

Sol yanıma döndüm bir de, pozisyon değişince uyku gelir belki.

Yok, tık yok.

Geceleri uyumayan ve kol ve bacak hareketleriyle beni de uyandıran kızım bile uyuyor karnımda.

"Birazdan uyurum herhalde" diyerek kendime telkinlerde bulunmaya başladım.

Vakit geçti, geçti, geçti; bende hala uyku yok.

Saate baktım, 4 olmuş.

Bir saattir dönüp duruyorum uyuyacağım diye.
Ama uyumam lazım, daha rüya göreceğim, işaret alacağım, çok işim var :)

Bir süre sonra gece lambasını yakıp başucumdaki kitabı okumaya başladım. N'apayım, kitap okuyunca uyku gelir belki.
O arada karnımdan sesler geldi, acıkmışım belli ki.
Odanın yanındaki balkonda muzlar vardı, aldım bir tane, gönderdim mideye.
Açlığı bastırdım, kitaba devam edebilirim.

Birkaç sayfa okudum ki Bambinonun sesini duydum.
Babasıyla birlikte uyumuşlar, aynı yatakta.
Babasına soruyor "Baba, sabah oldu mu, kalkabilir miyim?" diye.
Kojo uyuyor tabi, dilinin ucuyla mırıldanıyor birşeyler.
Ses kesiliyor.

Bir 5-10 dakika sonra tekrar geliyor Bambino'nun sesi.
Kitabı bırakıyorum elimden.
"Nasılsa uyumuyorum, benim yanıma gelsin de kojo rahat uyusun en azından" diyorum ve Bambinonun kapısını tıklatıp kendisini çağırıyorum.

Mahmur bir ifadeyle odama geliyor Bambino.
Terlemiş soğumuş, taze ter kokusu dolduruyor yatağı.
Mis gibi geliyor bana :))

Bambino'nun da uykusu yok benim gibi, belli.
"Sohbet edelim anne" diyor.
"Tamam" diyorum.

"Biliyor musun yarından sonraki gün tatil oğlum"
"Kaç gün tatil, uzun mu?"
"Yok kısa bir tatil, bir günlük"
"Ama ben çok üzülürüm. Ya iki gün tatil olsun ya da çok uzun tatil olsun anne. Yarın tatil olsun, sonraki gün de tatil olsun, sonraki gün işe gidin."
"Oğlum ya sıfır gün tatil olsaydı, bir gün tatil hiç tatil olmamasından iyidir"
"Hayır istemiyorum. İki gün olsun ya da hiç olmasın"
İç ses: Yine kendi kendine kurallar türetip gerçek hayatın ona uygun olmadığını fark edince boş yere üzülüyorsun be evladım, ne güzel işte tatil tatildir!!
"Tamam oğlum. Bu konuda farklı düşünüyoruz. Ben bir gün tatil olacağı için mutluyum. Sen bir gün tatil olmasını sevmedin."
"Neden bir gün bayram ki, daha uzun yapsalardı bayramı?"
Bu konuda daha fazla konuşmak istemiyorum.
"Tamam oğlum, ben tatil yapmam, işe giderim."
"Tamam"

Konuyu değiştiriyoruz.

"Bambino, yakında seninle uzun bir tatile gideceğiz"
"Kaç gün?"
"2 günden daha fazla, tamam mı?"
"Tamam... Gittiğimiz yerde kostüm giyenler olacak mı?"
"Bilmem, olmaz herhalde"
(Kostüm giyenlerden feci halde korkuyor. Marketlere giremiyoruz artık, o derece.)
"Bence biz hep evde kalalım, hiç dışarı çıkmayalım"
"O zaman okula gidemezsin. Spora da gidemezsin. Parka da gidemezsin. Dışarıda yapılacak eğlenceli şeyleri hiç yapamazsın."
"Okulda kostüm olmuyor, oraya giderim. Sporda da kostüm yok. oraya da giderim. Başka yere gitmem."
"Korkmak normal yavrum. Hepimiz bir şeylerden korkarız. Ama korksak da eğlenceli şeyleri yapabiliriz. Yoksa hayat çok sıkıcı olur."
"Hayır anne, yapmayalım. Tatile de gitmeyelim. Hep evde duralım."

Bu muhabbet de çözümsüz bir noktaya geldi, bravo bize.
Bambinoyu ikna edemeyeceğimi fark ettim, daha fazla da çabalamak istemiyorum artık.
Daha uyuyacağım da rüya göreceğim :))
Zaten saat 5 olmuş.

O sırada ezan okunmaya başladı.
Sabah ezanından sonra bir uyku çöküyor insana, o nasıl birşeydir öyle.
Direnmek çok zor olur hep.
Bana öyle oluyor en azından.

O sırada Bambino "Anne, sana bir şarkı söyleyeyim mi?" diye sordu.
"Söyle" dedim.
Başladı bizimki:
" Cumhuriyet en iyi yönetim şekli.
   Bize onu Atatürk armağan etti."
"Çok güzel!"
 Genelde okulda neler yaptığını anlatmaz ama ara sıra öğrendiği yeni tekerlemeleri, şarkı ve şiirleri hiç ummadığımız anda söyleyip şaşırtıyor bizi.

Bu dizelerle sabahı karşıladık.
Bir ara dalmışız ikimiz de.

Sabah uyanması çok zor oldu benim için.

Akşam sorduğum soru mu? Rüya gördüm mü?

Evet, bazı rüyalar gördüm. Ne gördüğümü pek hatırlamıyorum.
Ama nedense tek bir kelime kafamda yankılanıyordu uyandığımda:
"Bekle"
Rüyaları hatırlamaya çalıştım bir süre, yeniden dalıp devamını görmeye bile uğraştım.
Ama çok parçalı şeylerdi hatırladıklarım ve beynimde yankılanan sesle uzaktan yakından ilgileri yoktu.
Ama işte o ses hepsini bastırıyordu bir şekilde:
"Bekle"

Hayrolsun inşallah..

Fotolar buradan ve buradan

Bambino 49 Aylık

$
0
0

Bambino bir ay daha büyüdü.
Zaman akıp gidiyor..

Son ay içerisinde Bambinonun arkadaş ihtiyacının arttığını gözlemledim.
Her gün arkadaşlarıyla görüşmek ve oynamak istiyor.
Biz bize olduğumuz günlerde bizi oyun arkadaşı yapıyor, bize görevler ve roller veriyor, dediğinden bir an olsun çıkarsak bağırıp ağlamaya başlıyor.
Okula başlamasıyla birlikte evde "ödül" ve "ceza" kelimelerini çokça telaffuz eder oldu.
Yanlış bir şey yaptığımızda bize ceza veriyor, evden kovuyor, birşeylerden mahrum ediyor.
Elinden geleni yapıyor yani..

Her ne kadar bizim evde "ödül" ve "ceza" kelimeleri telaffuz edilmese de, genel olarak bakıldığında ebeveynlikte zımni olarak da olsa ödül ve ceza kullanıldığını görüyorum.
Çocuğun istenilen davranışı yapmasını olumlu buluyoruz, istemediğimiz bir davranış yapıtığında ise davranışın sonuçlarını görmesini sağlayarak ya da sonucun olumsuzluğunu anlatarak ondan kaçınmasını istiyoruz.
Tamam, somut ödüller ve cezalar çok fazla kullanmıyoruz, genelde "aferin, bravo, yapabilmen güzel" gibi sözlerle istenilen davranışı takdir ediyoruz ama somut olarak "Şunu yaparsan bunu veririm, şuraya götürürüm" türünden takaslara pek girmiyoruz.

İşte okulda bu tür somut takasları öğreniyor.
Öğrendiğini de evde uyguluyor doğal olarak.
Genelde duymamazlığa geliyoruz, üzerinde durmuyoruz öyle şeyler söylediğinde.
Şimdilik durumlar böyle bizde.

Okul Bambinonun hayatında epey bir yer kaplamaya başladı, kojoyla bunu da net olarak görebiliyoruz evde.
Okulda öğrendiği şarkılar, sözler, tekerlemeleri evde hiç beklemediğimiz bir anda söylemeye başlayabiliyor.
Kendi kendine mırıldanırken yakalıyoruz çoğu zaman :)
Bir de bana "öğretmenim" diyor yanlışlıkla :) Çok gülüyor sonra haline :)

Kelime oyunlarını çok seviyor. Benzer kelimeleri bulup anlatıyor, çok hoşuna gidiyor.
Birinin adını duyduğunda bildiği bir kelimeye benzetiyor hemen. Anında..
Kelimelerin hangi harfle başladığını söylüyor. "Meyve M ile başlıyor" gibi.

Geçenlerde kuma harfler çizdi parmağıyla.
Bazı harfleri çizebiliyor: Ü, Z, İ, E, N, O
Çoğu harfi ise tanıyor, gördüğü zaman anımsıyor.
Kendi kendine okumayı söker gibi bir his var içimde ama belli olmaz.
Kendi hızında ilerliyor bakalım bu konuda.

Kendi kendine kitaplarını karıştırıp resimlerine bakması çok hoşuma gidiyor.
Kitaplarla arası çok iyi.
Biz de zamanında epey kitap almışız.
Son aylarda hiç kitap almadığımız halde evdekilerle epey vakit geçirebiliyor.
Kitaplığın bir rafı Bambinonun, bir tarafından Meraklı Minik dergileri, diğer tarafında sırayla kitapları dizili.
Çoğu zaman bir kitabı bulmak için hepsini yere indiyor, sonra da toplamadan gidiyor. Toplama konusunda benden yardım isterse ediyorum, yoksa kendi dağıttığını kendi toplaması gerektiğini, evin kuralının böyle olduğunu söylüyorum.
Evet, kurallara uygun davranmasını istiyorum, öğrensin ve de.

Yatma saatini gece 10-10:30'dan 9-9:30'a çektik saatlerin geri alınmasıyla birlikte.
İyi oldu, çok iyi oldu hem de.
Saat 8'de yatma hazırlıklarına başlıyoruz normalde.
Ama ben ya da kojo işten geç gelmişsek yine 10'u bulabiliyor yatması.
Dün mesela, 8'de eve gelmiştim.
Koştur koştur yemek yiyip yatma hazırlıklarına başladık ama birlikte oyun oynamadığımız için Bambino bize doyamadı, huzursuz oldu.
Yani yine 10'u buldu uyuması. Ben de yanında sızıp kalmışım zaten.

Uyurken beni ya da kojoyu yanında istiyor illa.
Yer yatağı var yatağının kenarında, daha doğrusu oturma odasındaki ikili kanepenin minderi değişince eski minderi yere koymuştuk. Bacakları kıvırınca bir güzel uyunuyor :)
Bambino yatağına yatıyor, biz yerdeki mindere.
Bazen masaj yapıyoruz sırtına, kafasına ve bazen karnına.
Bu aralar gece lambasını açık istiyor, karanlıkta yabancılar gelebilir ve onu korkutabilirmiş.
Biraz sohbet ve kısa sürede uyku.
O uyumadan biz uyuyoruz genelde :)
Oğlanın yanında uyumak huzur veriyor bize..

Bambinonun sevdiği renk sayısı arttı: Koyu mavi, koyu yeşil ve koyu kırmızıya sarı, gri, beyaz da eklendi. Kahverengi ve pembeyi sevmiyormuş bir tek :))
Okulda en sevdiği arkadaşı Kürşat. Kendisinden büyük anladığım kadarıyla. Kürşatın tüm konuşmaları evde tekrarlanıyor. Örümcek adam, bomba atma, düşmanla savaş, uzaylıları öldürme gibi kavramlar Kürşat'ın sayesinde evimize girdi, hem de ne giriş!
Sabah akşam savaş yapılıyor evde. Bombalar atılıyor, düşmanlar öldürülüyor.
Pek prim vermesek de oynuyoruz biz de.
Hayat böyle sonuçta, kabul etmek lazım.

Haftasonları jimnastiğe gidiyor Bambino.
İple çekiyor gideceği günleri.
Jimnastiğin olduğu sabahlar gözü hep saatte.
Saat 11'de gitmeye hazırlanılıyor.
Gidip gelip saati kontrol ediyor, kolundakine bakıyor ara sıra.
Kendi giyiniyor, eşyalarını toparlıyor, suluğunu alıyor, biraz da atıştırmalık koyuyorum çıkınca yesin diye.
1,5 saat sürüyor ve çok eğleniyor.
Erken gidiyo genelde ve ders saatine kadar hocalarının kucaklarında geziyor.
Eve gelince öğrendiği hareketleri gösteriyor.
Ne zamandır düz takla atmasını öğretmeye çalışıyordum, jimnastikte tek derste öğrenip geldi walla!
Demek ki okulun olumlu etkileri oluyor :)
Bambino keyifle gittiği sürece jimnastiğe devam..

Bambinonun hayatına yeni meşgaleler, insanlar girdikçe ayrılık konusunda eskisi kadar sıkıntı yaşamamaya başladık. Aman tahtalara vurun :)
Hala işe gitmemi ya da haftasonu yogaya gitmemi istemiyor, üzüldüğünü hala söylüyor ama eskisi gibi dirençli değil.
Yine de anneci bu oğlan, annesi gözünün önünde olunca daha bir rahat, daha bir mutlu :)
Amaaan, hepsi geçip gidiyor işte.
Allah sağlık ve huzur versin tüm yuvalara.
Gerisi teferruat..


Yağda Yumurta

$
0
0

Bambino mutfak işlerinde yardım etmeyi, yemek yapmaya dahil olmayı çok seviyor.
Tabi canı isterse :)
Yoksa "Gel evladım bana yardım et"çağrılarımın yarısını duymamazlıktan geliyor ya da "Ben yorgunum, ben yapamam" gibi sebeplerle yardım etmeyi reddediyor.
Neyse, canı sağolsun, yardımcı olduğu zamanları hatırlayıp "Buna şükür" diyorum.

Dün sabah ben kahvaltıyı hazırlarken Bambino yağda yumurta istediğini söyledi.
Peki diyerek işlerime devam ettim.
"Ben tavayı çıkartayım" dedi ve gitti tavayı dolaptan aldı masaya koydu.
Ben bu arada buzdolabının önündeyim, ne var ne yok diye bakıyorum.
Yumurtaları çıkartıp masaya koymuşum önceden.
"Anne ben kendim kıracağım yumurtayı" dedi.
"Dur sen elini vurma, ben kırarım" dedim, bir yandan da dolaptan birşeyler çıkartmaya çalışıyorum.
Ben işimi bitirip dolabı kapatana kadar bir baktım Bambino yumurtayı gayet güzel bir şekilde kırmış tavaya :)
"A sen kırmışsın bile" dedim sadece :)
Bana da üzerine biraz yağ ekleyip ocağa koymak kaldı.

Bambinonun kırdığı yumurtanın sarısı hiç dağılmamıştı.
Biz evde böyle dağılmayan sarılara "Doğan Güneş" diyoruz.
Yok eğer sarısı dağılıverirse o zaman da "Batan Güneş" oluyor yumurtamız.
Tahmin edeceğiniz gibi Bambino kendi kırdığı doğan güneşi bir güzel mideye indirdi.
"Çok lezzetli olmuş anne" diyerek :))

Bu sabah da saat 6'da tıpış tıpış bizim yatağa geldi.
Sevinçle girdi kojoyla aramıza.
Biraz uyukladı, sonra birden gözlerini açıp "Anne, bu sabah krep yemek istiyorum" dedi.
Ne yiyeceğini biliyor bizimki :)

"Tamam" dedim.
Doğruca mutfağa gittik.
Tabi önce banyoya uğradık, sabah rutini için.
Mutfağa girince "Ben yaparım anne" dedi ve malzemeleri masaya toplamaya başladı.
Ben hiç müdahale etmedim, kendi işlerimi halletmeye başladım.
Her sabah içilen tiroit ilacı, yemekten sonra içtiğim takviyeler falan.
Ben onlarla ilgilenirken Bambino karıştırma kabını çıkarttı.
Bir tane de çırpıcı.
Ben buzdolabından yumurtaları, yoğurdu (süt alerjisi nedeniyle yoğurt koyuyoruz mecburen) ve unu çıkarttım.
Bambino iki tane yumurta kırıverdi, görmedim bile nasıl kırdığını :)
Yoğurdu ve yağı ekledim, Bambino karıştırdı.
Ve sonra da unu ekledim, yine Bambino karıştırdı.
"Anne çok katı oldu, sen devam et" diyene kadar devam etti.
Ben de biraz tuz ekleyip bir iki çırptım, sonra doğruca tavaya.
"Ben ocağı yakamam anne, ateş var ya orada" dedi Bay Bilmiş :)
"Evet, oğlum, ocağı ben yakarım" dedim.

İnanamazsınız öyle güzel oldu ki o krepler :)
İkimiz de üçer tane yedik afiyetle :)

Bambino hem yemek yapmayı hem de yemek yemeyi seviyor.
Bir de alerjileri geçseydi yavrumun.
Nitekim kreplerden sonra ağzının çevresi kızardı, sivilcelendi hemen.
Ya una ya da yumurtaya tepki verdi vücut sanırım.
Halbuki normalde yiyebiliyor.
Bugünlerde bir tepkisellik var zaten vücudunda.
Ara ara böyle kızarmalar oluyor.
Ne diyeyim, Ya Sabır. Ya Şifa.

İş Yeri Enerjisini Temizlemek

$
0
0

Anette'nin blogunda gördüğüm yazıyı burada da paylaşmak istedim.
Tam zamanlı çalışan sistem köleleri olarak bu bilgi bir kenarda dursa iyi olur..

Maaşlı çalışan biriyseniz, genelde gününüzün en az üçte birini çalıştığınız iş yerinde geçiriyorsunuz demektir. Hele bir de prestijli bir binada bulunan ofisin, her bir boşluğunu değerlendirmek adına workstation denilen 1,5 metreye 2metre ölçülerinde olan ve dörtlü, altılı, sekizerli gruplar halinde yerleştirildiğiniz çalışma istasyonlarında işinizi yapmaya çalışıyorsanız, etrafınızdaki bütün diğer gözlerin kulakların ve enerjilerin etkisi altındasınız demektir.

Güne çok mutlu da başlasanız, tam çaprazınızdaki iş arkadaşınızın evindeki sorunlar yüzünden moralinin bozuk olması, yanınızdaki arkadaşınızın sevgilisinden ayrılmasının yansımaları, diğerinin gözleri ile sizi sanki röntgen makinasına sokar gibi incelemesinin etkisi lodosun dalgaları gibi ard arda size vurmaktadır.

Telefon ile konuşurken bile, yedek birkaç çift kulak sanki o aizededir. Üstelik sanki dua etmişcesine ” müşteri ters birşey söylese de anlasa Hanyayı Konyayı”, “beceremese de o kendini birşey sanma edaları yok olsa”, “müdür hayır dese de izin alamasa” der gibi size negatif enerjiler göndermektedirler. Kimisi içinden “bak gördün mü yine kırmızı giymiş veya kırmızı oje sürmüş, bu kendini ne sanıyor nasıl böyle iddialı giyiniyor yargılamaları” yaparken, diğeri, “bu projeyi beraber üstlendik ne yapsamda onun önüne geçerek kendimi gösterebilsem” diyerek arkadaş gibi gözüküp aslında sizden öğrenebileceği herşeyi sünger gibi çekmeye hazırlanmaktadır. Siz eğer hisleri ve üçüncü göz çakrası kuvvetli biri iseniz bütün bu bakışları ve düşünceleri farkeder ve bu enerjilerden rahatsız olursunuz. Kendinizce o daracık alanda monitörü oynatarak yada bir çiçek koyarak o bakışlardan kurtulmaya çalışırsınız. Ne yaparsanız yapın, zamanla baş ve boyun ağrıları sırt ağrıları yorgunluk emareleri yavaş yavaş kendini göstermeye başlar. 

Uzun süredir emek harcadığınız ve herşeyin yolunda gittiği projede bir anda aksilikler kendini gösterir, yapmış olduğunuz satışta hiç beklenmeyen iadeler gelmeye başlamıştır, ya da her zaman düzgün ödeme yapan müşterinizden ödeme alamamaya başlarsınız… Bunun gibi birçok aksilikler sizin sabahki neşenizi enerjinizi alıp götürmüştür. Neşe yerini korku ve endişelere bırakmıştır. Kendinizi ve çalışma koşullarınızı sorgular durursunuz ve hep aynı soru kafanızda döner durur. 

NEDEN???
Aslında ana faktör, küçük ve dar alanlarda çalışan bir çok insanın enerji alanlarının birbirine girmesidir. Eğer siz, çalışma alanınızda her sabah önce enerji temizliği yapmayı ve sonrada kendi güvenli enerji alanınızı oluşturmayı başarırsanız, kendinize verimli, güzel vakit geçireceğiniz harika bir ortam yaratmış olursunuz. Bunu yapabilenin birkaç yöntemi vardır. Size bunlardan en kolaylarını basitçe anlatmaya çalışacağım. Kuantuma ister inanın ister inanmayın, bu basit yöntemleri deneyin. Çok faydasını göreceksiniz.

Enerji alanını temizleme:
Her insanın avuç içlerinde birer küçük çakra vardır. Bu çakralar avuçları birbirine sürterek uyandırılır veya enerji aktarmaya hazır hale getirilir. Çalışma masanızın yanına geldiğinizde önce üç defa burnunuzdan derin nefes alıp ağzınızdan verin. İçinizden ” şu anda çalışma alanını temizlemek için Yaradanımın, Evrenin bana gönderdiği ilahi şifa enerjisi ile masamı koltuğumu ve çalışma aletlerimi hayrıma olmayan enerjilerden temizlemeye niyet ediyorum” deyin. Burnunuzda. Üç defa dafa derin nefes alıp verirken avuç içlerinizi tekrar birbirine sürtün. Ellerinizi önce koltuğunuzun üzerinde ve sırt kısmında sanki toz alıyormuş gibi gezdirin. İçinizden “hayrıma olmayan enerjiler, kötülükler kem gözler, benim yerimde olma istekleri bu alandan şu an temizlensin. Hayrıma olacak enerjiler, bolluk, bereket, huzur, başarı sağlık ve mutluluk gelsin” deyin. Koltuk bitince ellerinizi yere doğru üç defa silkin. Ellerinizi tekrar ovuşturduktan sonra aynı işlemi masanızın telefonunuzun klavyenizin üzerine yapın. Burası da bitince ellerinizi tekrar silkeleyin. Tabi bu işlemleri etrafınızdakilere çaktırmadan yapmaya çalışın ki delirdiğinizi sanmasınlar.

Negatif Enerjilerden Korunma:
Çalışma ortamınızı temizledikten sonra sıra geldi hayrınıza olmayan enerjilerden korunmaya. Üçüncü çakranız olan solar pleksus çakrası göbek deliğinizden yaklaşık beş parmak üsttedir. Bu çakra çevrenizden size gelen tüm enerjilerin giriş çıkış kapısıdır. Nazar enerjisi, kem göz v.b. enerjiler de buradan giriş yapar. Çalışma ortamınıza ya da bir toplantıya girdiğinizde burnunuzdan derin bir nefes alıp verin ve sağlaksanız sağ elinizin avuç içi ile, solaksanız sol elinizin avuç içi ile solar pleksus çakranız kapatın. İçinizden (ismini bilmeniz yada bilmememiz önemli değil) şu kişiden / kişilerden bana gelen ve hayrıma olmayan tüm enerjileri kabule geçiyorum. Hayrıma olmayan bu enerjileri bana, aurama, enerji alanıma gelmeden iptal ediyorum ve sahiplerine aynen iade ediyorum.” deyin. Derin bir nefes daha alın ve elinizi indirin. O gün boyunca bu kişi veya kişilerden size hayrınıza olmayan enerjiler gelmesini engellemek için güzel bir önlem almış olursunuz.

Enerji Kalkanı Oluşturmak:
Bu işlemlerin ardından güvenli bir enerji alanı veya enerji balonu oluşturmak çok kolaydır. Çalışma alanınızda oturduğunuzda kalbinizden harika bir ışık küresi çıktığını hayal edin veya imgeleyin. Bu kürenin rengi sarı, yeşil veya mor olabilir. Müşteri ilişkileri, call center çalışanları için mavi veya lacivert olarak imgelenmesi daha çok fayda sağlar. Bu ışık balonunu önce ayaklarınıza kadar genişletin. Derin nefes alın ve kafanızda bıngıldağınızın üzerine kadar genişlettiğinizi imgeleyin. Bir derin nefes daha alın ve size ait olan çalışma alanını kapsayacak şekilde bu ışık küresini genişletin. ” Kalbimden, koşulsuz ve karşılıksız sevgi enerjimden oluşturduğum bu ışık balonundan sadece hayrıma olan bilgiler, öğretiler ve enerjiler bana gelsin. Hayrıma olmayan enerjiler, bilgi ve öğretiler bu kalkandan bana ulaşamasınlar.” Deyin. Böylelikle güvenli ve bereketli çalışma alanı oluşturmuş olacaksınız.

Yukarıda bahsetmiş olduğum yöntemler, bu konuda olan bir çok uygulama ve yöntemden sadece bazılarıdır.

Mutlu, huzur dolu, kendinizi değerli hissedeceğiniz bolluk ve bereket içinde çalışacağınız harika bir çalışma ortamı dilerim. Sevgiyle … 
Serkan Sorguç Meditasyon -
Viewing all 284 articles
Browse latest View live